KAHVE BAHANE

KAHVE BAHANE
Gönül ne kahve ister ne kahvehane gönül sohbet ister kahve bahane…Belki de dedelerden anneannelerden , babaannelerden kalan bir miras belki de alışkanlık… Çok severim Türk kahvesini, benim için diğer kahvelere hiç benzemez... Özel bir tadı, köpüğü, kokusu, pişirilişi, ikramıyla kendine özgü bir kimliği ve geleneği vardır. Yumuşak ve kadifemsi köpüğü sayesinde damakta ,uzun süre tadını bırakır. Günlük yaşamımızda çok yer etmiştir.Nerede içiyorsan, kiminle içiyorsan ona göre değişir tadı...Dostlarınla içtiğin kahve neşe dolu bol köpüklüdür. Sevdiğin dostun üzüntülü ise içtiğin kahvenin tadı kederlidir,acıdır. Tek başına balkonda içtiğin kahve ,yalnızlıktır. Yorgun olduğunda hafifletir seni,unutturur yorgunluğunu,İçki içmişsen koyu şekersiz bir kahve derin kuyudan çıkararak,ferahlatır ,derin bir uykuya dalarsın… Kızlarımızı istemeye gelinen evlerin,bayramlarımızın vazgeçilmez ikramıdır,Türk kahvesi...B inlerce yıl öncesinden zamanımıza kadar bir çok şeylerle bakılan fal, bizim Türk kahvemizle de özleşmiştir,Türk kahvesi deyince ,Kahve içen kişi dibindeki telveyi ,fincanını sol elle tutarak,sağdan sola çevirerek üç kere çalkalayıp kapatır.sonrada’’bakacak kimse var mı?’’diye sorar,bakan yoksa kendin bildiğine göre yorum yapar.Apartmanda her gün bir evde saat onda kahve içilir. Komşu Naciye hanım sabah saat onda muhakkak bağırır ,Ayşelerdeyiz hadi gelen gelsin.Tabi ki Naciye hanım çok iyi fal baktığından herkes işi gücü bırakıp peşinden…..kapıdan içeri girerken de ’’Şule kızım çabuk bir kahve yap da içelim’’daha öğlene yemek yapacağım.Herkes saat ona kadar bir işler yapmıştır, bu o yorgunluğun dinlenme kahvesidir. Kahve aynı kahvedir belki... köpüğüyle, rengiyle,dumanıyla,yorgun oldukları için , içtikleri kahve hafifletir kendine getirir,unutturur günün ağırlığını insanlara...Biraz da gönül ne kahve ister ne kahvehane gönül sohbet ister kahve bahane hatırlatır.Kahveler içilir,tabi ki arkasından fincanlar kapatılır.Naciye hanım bakacak fallara…Fallar… Her gün aynı şey ,siz inanırımsınız? Fal nasıl bakılır,çıkanları varmıdır..Hepinize bol şekerli kahve tadında günler,sohbetler dilerim. (Bahar Demir)

7 Aralık 2016 Çarşamba

Enerjinizi kullanmayı Öğrenin

Kafadan geçen her düşüncenin bir talep olduğuna inanıyorum…
İyi şey ister güzel şeyler düşünürseniz cevabı aynen öyle gelir…
Ama hep korku ve kuşkuyla yaşarsanız aynen bunları da çağırırsınız.
Trafik kazasından korkan insanlar hep kazaya uğrarlar. Eğer siz korkuyla yola çıkar ve hep bunu beyninizde kurgulayıp etrafa negatif enerji yayarsanız mutlaka şoföre kaza yaptırırsınız ama arabayı siz kullanıyorsanız
ve böyle korkularınız varsa eğer sakın araba kullanmayın..

Çocuğuna aşırı korumalı ana ve babalarının çocuklarına hep bir şeyler olur, yani biri bir taş atsa bile gelir
sizin çocuğunuzun kafasını bulur o zaman siz şunu düşünürsünüz “onu kollayıp korumasam hep başına olumsuz şeyler geliyor.
Neden acaba ?
Bu tıpkı (yumurtamı tavuktan çıkar, yoksa tavuk mu)’yu andırmıyor mu?
Öyle mutsuz bir toplum olduk ki birbirimize günaydın diyemiyoruz, bir araya geldiğimizde hep olumsuz olaylar konuşuyoruz, biri bize nasılsın dese iyiyim demeye korkar olduk, işler nasıl deseler, derhal şikayet etmeye ve her şeyin kötü ve daha da kötüye gittiğini söylüyoruz, hastalıklarımızdan ve ölümlerden bahsediyoruz yani dostlarla da sohbetin güzelliği, keyfi kalmadı.
Hep para olmadığından yakınıyoruz sanki bunu soran bizden para isteyecekmiş gibi. Aynen devam edin,
neyi YOK diyorsanız, onu YOK etmeye devam edin, sürekli şikayet edip etrafa olumsuz ve zavallı görünerek her şeyin bereketini kaçırın, ayrıcada bu kadar mızırdanma sonunda dostlarınızı da kaçırdığınızı fark edeceksiniz.
Sürekli param yok diyen insanlar paralarının bereketini öyle kaçırırlar ki bir gün gelir birde bakarlar gerçekten paraları bitmiş ama bu bitiş ani çıkan hesapta olmayan mecburi harcamalarda olabilir, sağlığa harcanması gereken miktarlar da olabilir.
Hep hastayım diyen insanlar mutlaka hasta olurlar beyin şartlanmaya görsün hangi hastalıktan korkup, çağırıyorsanız size onu getirir.
Allah zaten verilen nimetlere şükretmesini bilmeyen kullarından bu nimetleri bir müddet sonra almaya başlar. Çevrenize bakın örneklerini çok göreceksiniz. Gelin bundan sonra Nasılsın diyenlere ÇOK İYİYİM
ÇOK ŞÜKÜR demekle işe başlayın.
Öyle bir toplum olduk ki karşımızdakini yargılamaktan sevmeye zaman bulamıyoruz.
bulamıyoruz.
Oysa her yaşta sevgiye ihtiyacımız var. Sevgi sunulmazsa sevgi değildir. Neyi severseniz sevin ama içinizde yoğun sevgi duyguları olsun. Birisine sevginizi söylediğinizde hareketlerle bunu pekiştirdiğinizde ona öyle güzel bir enerji yollarsınız ki, onun mutluluğunun enerji şeklinde size geri dönüşünden aldığınız pozitifi başka hiçbir şeyde bulamazsınız.
Yeni bebeği olmuş bir anne eğer sıkıntıları varsa veya olumsuz bir kişiliğe sahipse lütfen en olumlu
olduğunda bebeğini kucağına alıp onu çıplak tenine değdirsin. Eğer bebeklerinizin huzurlu ve sağlıklı
bir bebek olmasını istiyorsanız onu sakin kavgasız gürültüsüz ve pozitif bir ortamda büyütmeye çalışın, Kızgınken, sinirliyken kucağınıza almamaya çalışın ve ona sınırsız sevginizi gösterin.
Öpün koklayın ve bilin ki bu günler çok çabuk geçecek ve bilin ki çok çabuk büyüyorlar. Bazı anne ve babalar çocuklarını çok sevdikleri halde bunu ifade edemez ve gösteremezler.
Neden ? Ne zaman göstereceksiniz?
Yaratıcının verdiği bu armağana sevgiyi en güzel şekilde göstermemiz bir şükür ve teşekkür değil mi ?
Beyin öyle bir güçtür ki, insan beyin gücünü kullanarak isterse kendini felç de edebilir, öldürebilir de,
kanserini de yenebilir. Yeter ki beynini şartlandırabilsin. Beynimizde yaklaşık 13 milyar civarında sinir hücresi vardır. Her bir hücre yaklaşık 7.3 kilo voltluk enerji açığa çıkarır. Pratikte mümkün değil ama teorikte beyindeki
tüm sinir hücrelerinin aynı anda enerjilerini saldığını varsayalım, yaklaşık 350 milyon kilo voltluk bir enerji açığa çıkar ki bu da büyük bir metropolün tüm elektrik ihtiyacını karşılayacak güce sahiptir.
Size tıp kitaplarına girmiş bir olayı anlatmak istiyorum,
“Et taşımaya yarayan soğutuculu bir tren, temizlenmek için bir istasyonda duruyor.. İşçiler vagonları temizlemeye başlıyorlar, işçinin biri bir vagonu temizlerken diğer işçi o vagonu boş sanıp kapısını dışardan kilitliyor.. Biraz sonra tren hareket ediyor, ve bir durak sonra et almak üzere bir istasyonda duruyor. Kapalı kalan işçinin vagon kapısı açıldığında işçinin donarak öldüğü görülüyor. Fakat bir bakıyorlar ki, vagonun ısısı normal ısıda yani dondurucuya geçirilmemiş. Ama kapalı kalan işçi bunu bilmediği, donarak öleceğini sandığı için beyin aynen donmanın şartlarını hazırlayarak, donmanın tüm belirtilerek göstererek vücudunu buna uyduruyor.”. .
Yani beyninizi olumlu şeylere kanalize edin. Bazı insanlar vardır, hep konuşurken daha yaşasam 1-2 sene daha yaşarım diye konuşup sık sık bunu tekrar ederler ve kendilerine adeta bir ölüm zamanı belirlerler.
Ben bu laftan çok korkarım ,eğer bunu inanarak söylerlerse
beyinlerini öyle bir şartlarlar ki , öyle bir kurgularlar ki gerçekten dedikleri zamanda ölürler.
Bu yüzden kaç yaşında olursanız olun hep bir hedefiniz ve hayalleriniz olsun ki uzun yaşayabilesiniz.
İnsan hayal ettiği müddetçe yaşarmış. Ne doğru bir laf değil mi?
Dün bitti. Dünün tekrarı yok aynı rüyalar gibi.
Yarın, hiç bilmiyoruz, iyi şeylerde olabilir kötü de .
Ama şu anımı biliyorum, ayağım kırık bu yazıyı yazıyorum ama eşim yanımda çocuklarım sağ ve ben
bu yüzden dünyanın en mutlu insanıyım ve yarınımı da bilmediğim için bu anımı en iyi, en keyifli ve
en pozitif şekilde değerlendiririm.
Bilmediğim bir geleceği düşünerek de bu anımı zehir edemem. Siz de böyle yapın ve hayatınızı birbirine karıştırmamak kaydıyla 3’e bölün. Dün, bugün, yarın diye…
Biz ani stresleri çok severiz. Çünkü ani streste vücutta Adrenokortikotrop hormon (ACTH) artar ve hafıza, algılama, enerji süper olur.Yani bu hormon strese karşı vücudun bir sigortasıdır.Ama siz bu stresi
kısır döngüye çevirirseniz yani sürekli beyninizde kurarsanız, hep bunu düşünürseniz, gelen olumlu şeylerin hepsi geri gider.
Yani unutkanlıklar, enerji kayıpları, isteksizlikler, migren, mide-bağırsak şikayetleri, uykusuzluklar, beyin tümörler, tansiyon iniş-çıkışları, vücudun muhtelif yerlerinde uyuşmalar, mutsuzluk, hatta depresyon, kalple ilgili şikayetler ve kansere zemin hazırlamış olursunuz.
Bunları kendinize niye reva göreceksiniz ki ? Akıllı, kontrollü ve olumlu olmak yeterli..
Eğer büyük bir strese girdiyseniz kendinize hobiler bulun, yani kafanızı dağıtın. Başka işlere kanalize olun ki stres yaratan faktörün etkisi az alsın veya sevdiğiniz, sizi mutlu eden şeylerle uğraşın. Bunları da yapamıyorsanız dua edin, duaların insanlarda yarattıkları mistik etki onların pozitiflenmesini sağlar.
Ben evde sokakta bile hep iyilik diler ve hayır için dua ederim…
* Prof. Yıldız Batırbaygil

3 Aralık 2016 Cumartesi

Fibromalar

http://www.hefty.co/fibroma/


Hemen hemen herkes onları var, ama hiç kimse onlar hakkında konuşuyor - fibromlar.Fibromalar - ayrıca saplı siğiller olarak da bilinen - cildinize iyi huylu, küçük tümörler ve onlar kadınlarda olduğu gibi erkeklerde tıpkı yaygındır. Bunlar cilt etiketleri veya cildinizin asmak derinin minik kanatlar olarak tarif edilmektedir.
Bu fibromalar veya cilt etiketleri bacaklarınızın, senin kasık bölgesinde arkasında ya da göz kapaklarının üzerine, senin koltukaltı içinde, boynuna oluşabilir. cilt sürtünme veya kırışıklıklar sürtünme olduğu yerde Çoğunlukla gelişir.
Fibrom sıklıkla erken ergenlik olarak ortaya başlayabilirsiniz. gelişim nedeni henüz bilinmemektedir. Ancak, bilim adamları bağışıklık sisteminin zayıflaması suçlu olduğunu sanıyorum. Tıbbi kanıt Ancak yine de, varolmayan.
Burada sirke uygulayabilirsiniz nasıl:

Bir pamuk üzerinde bazı elma sirkesi dökün ve sizi saran fibrom içine sürün. Bir gün bu iki üç kez yapın. Günlük uygulamadan sonra, fibrom renk değiştirmeye başlar. o kuruma beri o karanlık ve neredeyse siyah olur. Sonunda, tamamen kapalı düşecek. Ama dikkatli! Bu yöntem, yalnızca cilt üzerinde bulundu fibromların kullanılabilir. mümkün olduğunca çabuk: ağzınıza veya gözlerde fibromlar doktor ziyareti gerektirir.

Çocuklar için pratik öksürük şurubu çayı

http://www.ulusalpost.tv/cocuklar-icin-pratik-oksuruk-surubu-cayi-video,93.html


Çocuklar için doğal öksürük çayı tarifi de veren Hilal Mocan, ilaç kullanılmadan çocuklardaki öksürük sorununun ortadan kaldırılabileceğini söyledi.
İŞTE O TARİF

26 Kasım 2016 Cumartesi

Doktorların asla söylemeyeceği, kanserin ardındaki gizli gerçek!

http://www.hekimzade.com/doktorlarin-asla-soylemeyecegi-kanserin-ardindaki-gizli-gercek.xhtm







Kanserin gerçek nedenini bulan Nobel ödüllü Dr. Otto H Warburg, hastalığın nasıl alt edileceğini de net bir şekilde ortaya koyuyor. Fakat, bu gerçekleri duymamız pek de mümkün gözükmüyor.


Kanserin gerçek nedenini bulan Nobel ödüllü Dr. Otto H Warburg, kanserin temelinde yatan sebebin oksijen eksikliği olduğunu tespit etmiştir.
Oksijen eksikliği, vücudun asit seviyesinin yükselmesine neden olur.
Dr. Warburg ayrıca kanser hücrelerinin anaerobik olduğunu (oksijen ile nefes almadıklarını) bulmuştur; yani vücudun alkalin durumu gibi yüksek oksijen içeren durumlarda yaşayamazlar.
“Tüm normal hücrelerin kesin bir oksijen ihtiyacı vardır, ancak kanser hücreleri oksijensiz yaşar—bunun hiçbir istisnası yoktur. Bir hücreyi 48 saat boyunca oksijen seviyesinin %35’inden mahrum bırakmanız onun bir kanser hücresine dönüşmesine yol açabilir.”
Yediğimiz yiyecekler, vücudumuzda uygun pH seviyesini sağlamakta hayati bir önem taşır. pH dengesi, vücudunuzun tamamındaki sıvılarda ve hücrelerde asit ve alkali arasındaki dengedir. Vücudunuz, hayatta kalabilmek için, kandaki pH seviyesini hafif alkali bir seviye olan 7.365 noktasında dengede tutmak zorundadır. Maalesef, günümüzdeki tipik beslenme şekli işlenmiş şekerler, rafine edilmiş tahıllar, genetiğiyle oynanmış organizmalar gibi zehirli ve asit oluşturan yiyeceklerle doludur. Bu da, sağlıksız, asidik bir pH oluşmasına neden olur.
Dengesiz bir pH, hücresel aktiviteleri ve fonksiyonları kesintiye uğratabilir. Fazla asidik bir pH, kanser, kalp-damar rahatsızlıkları, şeker hastalığı, kemik erimesi ve reflü gibi birçok ciddi sağlık sorununa yol açabilir.
Vücudunuzu çok uzun bir süre asidik bir durumda bırakırsanız, bu yaşlanmayı da hızlandırır. Robert O. Young, The pH Miracle (pH Mucizesi) kitabında birçok sağlık sorununun yüksek asit seviyelerinden kaynaklandığını söylemektedir. Bunun sebebi, parazitlerin, kötü bakterilerin, ve (aşırı çoğalan kandida gibi) virüslerin asitliği yüksek ortamlarda büyüyüp çoğalabilmesidir. Halbuki, alkali bir ortam bakteri ve diğer patojenleri dengeler ve nötralize eder.
Dolayısıyla, pH dengesini sağlamak, sağlığınızı olabileceği en iyi noktaya taşımak için gereken en önemli araçlardan biridir. Aşağıda yer alan tarifi kullanarak sağlığınız için önemli bir adım atabilirsiniz.
YÜKSEK ASİTLİĞİ ÖNLEMEK İÇİN EV TARİFLERİ
Malzemeler: 1/3 çay kaşığı karbonat ve 2 yemek kaşığı taze sıkılmış limon suyu veya organik elma sirkesi
Hazırlanışı: Tüm malzemeleri karıştırın. Asit/baz kombinasyonu anında köpürmeye başlayacaktır. Köpürme durana kadar karbonat eklemeye devam edin ve bardağı yaklaşık 250 ml suyla doldurun. Hepsini bir kerede için. Bu ev tarifi pH dengesini sağlayacak ve vücudunuzda alkali oluşturan bir ortam yaratacaktır. Mide asidine de çare olacak ve kandaki aşırı asitliği engelleyecektir.
Referanslar: Amerikan Ulusal Tıp Kütüphanesi, pH Mucizesi: Diyetinizi Dengeleyin, Sağlığınızı Geri Kazanın, William Reed Business Media

10 Kasım 2016 Perşembe

NOBEL ÖDÜLÜ: AÇ KAL UZUN YAŞA

http://pusulakibris.com/2016/10/07/nobel-odulu-ac-kal-uzun-yasa/
Neden hastalanınca iştahımız kesilir hiç düşündünüz mü? Acaba vücudumuz, sindirim sistemini kapatarak hastalıkla tüm gücüyle ilgilenebilmek için bize işaret mi veriyor?
Uzun süreli açlık diyetlerinde hiçbir şey yenmez ancak bolca SU içilir. SU seçerken sodyum oranı düşük suları seçmeniz gerekmektedir. Yapılan araştırmalar, 3 gün aç kalmanın, vücudun savunma mekanizmasını yenilediğini ortaya koyuyor. Bu araştırmalar, özellikle savunma mekanizması ağır hasar görmüş kanser hastaları ve yaşlılıkla mücadelede çığır açacak nitelikte. Açlık ve vücudumuzdaki sonuçlarıyla ilgili bir araştırma geçtiğimiz günlerde Nobel Tıp Ödülü kazandı.
AÇLIK ÜZERİNE ARAŞTIRMA NOBEL KAZANDI
Nobel Tıp ödülü 3 gün önce açlık ya da hücrenin kendi kendini yemesi ve gereksiz parçaları atarak, otofaji adı verilen savunma mekanizmasını yenilemesi sisteminin nasıl çalıştığını ortaya çıkaran Japon bilim insanı Yoshinori Ohsumi’ye verildi.
Nobel’den yapılan açıklamada, “Ohsumi’nin keşifleri, hücrenin içeriğini nasıl ayrıştırdığını anlamamızı sağladı. Keşifler, otofajinin açlığa adapte olma ya da enfeksiyonlara verilen yanıt gibi birçok fizyolojik süreçteki temel önemini anlamamıza da yardımcı oldu. Otofaji genlerindeki mutasyonlar, hastalıklara neden olurken otofajik süreçler, kanser ve nörolojik hastalıklar gibi bazı vakalarda önemli rol oynamaktadır” denildi.
Hücrenin kendi kendini yemesi olarak da bilinen otofaji alanındaki çalışmalarıyla ödülü alan Ohsumi, 8 milyon İsveç Kronu (1 milyon dolar) para ödülünün de sahibi oldu. Japon bilim insanı Yoshinori Ohsumi’ye Alfred Nobel’in ölüm yıldönümü 10 Aralık’ta düzenlenecek ödül töreninde diploma ve altın madalya da verilecek.
Yoshinori Osumi Japonya’dan bir hücre biyoloğu.
OTOFAJİ BİR ANLAMDA ÇÖP TEMİZLİĞİ
Otofaji- hücrelerin içlerindeki gereksiz parçalardan kurtularak temizlenmesi. Bir anlamda çöpü yok etmesi.
Aslında otofaji 1960’larda keşfedilmiş, ancak bilim adamları mekanizmanın nasıl çalıştığını anlAyamamıştı. Nobel kazanan Oshumi araştırmasıyla otofaji’den sorumlu olan genleri ortaya çıkarıyor, ve 39. Nobel ödülünü bu sayede kazanıyor.
Otofaji insanlar da dahil olmak üzere canlıların hepsinde mevcut. Ve bu sayede hücreler ihtiyaç duymadıkları maddelerden ve hatta vücut ihtiyaç duymadığı hücrelerden temizleniyor.
Hücreler bize benzemeseler bile bazı durumlarda aynı insanlar gibi hareket ediyorlar. Çöplerini özel torbalara dolduruyorlar (otofagozomlar), ve konteynerlere depoluyorlar (lizozomlar). En kirli olanları yokedilip sindiriliyor, bazıları da yeniden dönüştürülerek enerji üretiminde kullanılıyor.
Otofaji vücut stres altındayken çok daha fazla çalışıyor. Mesela oruç tutarken ya da açlık sırasında. Bu durumda hücre enerji üretimini kendi iç imkanlarını kullanarak yapmaya çalışıyor ve tabii ki ilk olarak çöpünü ve patojen bakterileri sindirerek başlıyor.
Nobel komitesinin de onayladığına göre açlık ve bazen oruç hala faydalı olabiliyor.
Ohsumi’ye göre otofaji vücudu erken yaşlanmadan da koruyor.
İŞTE BİLİMSEL ARAŞTIRMALAR: 3 GÜNLÜK AÇLIK ORUCU NE YAPAR 
Uzun süreli açlığın savunma mekanizmasını yenilediğine yönelik geniş bir bilimsel araştırma yazısı da İngiliz The Telegraph gazetesinde yayınlandı. Yazıda en büyük uyarı, açlık diyetinin doktor kontrolünde yapılması yönünde.
İşte bu araştırma yazısına göre, 3 günlük oruçtan sonra vücudun bağışıklık mekanizması yeni akyuvar oluşumunu tetikleyerek vücudun bağışıklık sistemini tamamiyle yeniliyor.
Çığır açan bir araştırmaya göre 3 günlük oruç yaşlılarda bile vücudun bağışıklık mekanizmasını komple yenileyerek vücudun dinçleşmesini sağlıyor.
DİYETİSYENLER ELEŞTİRİYOR AMA…
Diyet uzmanları tarafından oruç diyetleri sıkı bir şekilde eleştirilse de, araştırmaya göre vücudu aç bırakmak kök hücreleri tetikleyerek yeni akyuvar üretilmesine yol açıyor.
Güney Kaliforniya üniversitesindeki bilim adamları bu bulgunun bağışıklık sistemi zarar görmüş hastalarda mesela kemoterapi gören kanser hastalarında çığır açabileceğini belirttiler.
Ayriyeten bağışıklık sistemleri yaşlılık nedeniyle zayıflamış,ve basit hastalıklara karşı bile dirençsiz kalmış yaşlılarda da bu oruç faydalı oluyor.
Açlık vücuttaki kök hücrelerindeki bir düğmeyi aktif hale getirerek vücudun bağışıklık sisteminin kendini yenilemesini gerçekleştiriyor.
KÖK HÜCRELERE ‘AKTİF OL’ EMRİ
Otofaji sistemine göre vücudumuz aç kalınca, özel bir zar oluşturuyor ve hücre içindeki gereksiz gördüğü parçaları içine doldurup hücre dışına çıkartıyor ve onu tüketiyor.
Kaliforniya Üniversitesi’ndeki gerontoloji ve biyolojik bilimler profösörü Walter Longo’ya göre oruç kök hücrelere ‘AKTİF OL’ emri vererek onların bağışıklık sistemini yenilemesine neden oluyor.
Ve işin güzel tarafı vücut bu bağışıklık sistemini yenilemek için gereksiz ve hasarlı parçaları yokederek bunlardan elde ettiği malzemeyle yeni sistemi oluşturuyor.
Kemoterapi yada yaşlanma nedeniyle aşırı şekilde hasar görmüş bir sistemle başlasanız bile oruç döngüleri kelimenin tam anlamıyla yeni bir bağışıklık sistemi oluşturulmasına neden oluyor.
Uzun süreli açlık, glikoz ve yağ depolarını kullanmak için vücudu zorlar ama aynı zamanda beyaz kan hücrelerinin de önemli bir bölümünü yokeder. Beyaz kan hücrelerindeki bu azalma kök hücre bazlı rejenerasyonu tetikler ve bu da yeni bağışıklık sistemi hücrelerinin değişimini gerçekleştirir.
Yapılan testlerde insanlardan altı ayı aşan sürelerde 2 ile 4 gün arasında oruç tutmaları istendi.
KANSER HÜCRELERİ DE AZALIYOR
Uzun süreli oruç sırasında yaşlanma ve kanser riskini ve tümör büyümesini artıran bir hormon olan enzim PKA da azalmış bulundu.
Doktor Longo’ya göre, uzun süreli açlık süresince vücut hücreleri azalan enerjiyi korumaya çalıştıkları için öncelikli olarak hasarlı ve çok verimli olmayan bağışıklık hücrelerini yok etti.
Dr. Longo, “Hem insan hem hayvanlarda ölçümlerimize göre akyuvar sayısı kayda değer miktarda azaldı. Ardından kişi tekrar yemeye başlayınca tüm akyuvarlar tekrar yerine geldi. Biz acaba nereden ortaya çıktı, nereden üredi bu akyuvarlar diye merak ettik. Kök hücrelerinin aktifleşip bunları ürettiğini sonradan bulduk” dedi.
72 saat tutulan oruç aynı zamanda kemoterapi gören kanser hastalarına da faydalı oldu.Araştırmanın yazarlarından olan USC Norris Kanser merkezi asistan profösör Tanya Dorff’a göre, kemoterapi hayat kurtarmasına rağmen vücudun bağışıklık sistemini önemli miktarda çökertir. Bu araştırmanın sonuçlarına göre uzun süreli açlık kemoterapinin zararlı etkilerini büyük miktarda azaltıyor.
Profosör Longo ayrıca “Daha fazla klinik deneyler yapılırsa ve sadece bağışıklık sistemi değil diğer organ ve sistemlerin de olumlu olarak etkilendiği bulunabilir” görüşünde.
UCL’de yeniden oluşturma ilaçları Profösörü Chris Mason’a göre: Çok ilginç sonuçlar bulunmuş. Bu araştırmaya göre 72 saatlik bir açlık sırasında vücudun akyuvar ve diğer bağışıklık hücresi sayısı hatırı sayılır miktarda azalıyor, ardından tekrar yemek yenildiğinde bu sefer hücre sayısı eskisinden de yüksek miktarda geri geliyor. Potansiyel olarak faydalı olabilir, çünkü 72 saat çok uzun bir süre değil, kanser hastalarını geri dönüşü olmayacak şekilde zarar verdirecek kadar bir süre değil. Bence en doğru devam yolu bir şekilde ilaçlarla birlikte oruç tutturmak hastalara. Ayrıca oruç konusunda kesin olarak emin olduğumu söyleyemem insanlar düzenli yemek yiyerek savaşıyorlar hep hastalıklarıyla.
Doktor Longo’ya göre oruç zarar vermiyor, tam tersine bulgulara göre fayda sağlıyor.
Kanser hastalarından yüzlerce e-mail aldım. Onkolojistleri gözetiminde oruç tutuyorlar ve çoğunda ilerleyiş olumlu yönde. Sadece az sayıda yan etki görüldü bayılma ve karaciğer işaretleyici testlerinde kötü sonuç tespit edildi. Bunun dışında herhangi bir yan etkiye rastlanmadı.

9 Ekim 2016 Pazar

Ayak bakımınızı yapın.

http://tr.newsner.com/pedikure-para-harcamayin-evdeki-2-malzemeyle-ayaklarinizi-simartin/hakkinda/faydali-bilgiler
Neyse ki şimdi evinizde bulunan 2 malzemeyle ayak bakımınızı yapmayı hemen şimdi öğrenecek ve artık paranızı çöpe atmayacaksınız.

Malzemeler:

  • 1 litre süt
  • 3 yemek kaşığı kabartma tozu

Yapılışı:Sütü kaynayana kadar ısıtın. Kaynadıktan sonra ayaklarınızı sokacak büyüklükteki bir leğene dökün.

Daha sonra leğenin içine kabartma tozu ilave edin. Kabartma tozunu iyice karıştırın. Süt ılık bir kıvama gelene kadar bekleyin. Daha sonra ayaklarınızı leğene sokun
Arkanıza yaslanın ve 10 dakika boyunca bekleyin.
Ayaklarınızı ılık suyla yıkayın ve iyice kurulayın. Bunu haftada birkaç kez yaparsanız ayaklarınız yumuşayacak ve çatlaklardan kurtulacaksınız

7 Ekim 2016 Cuma

Kireçlenmeye Çınar Yaprağı Kürü Nasıl Yapılır?

http://www.organikgunler.com/cinar-yapragi-kuru/


Özellikle kireçlenme problemi olanlar için Prof. Dr. İbrahim Saraçoğlu derin yırtıklı çınar yaprağından elde edilen kürü önerdi. İşte çınar yaprağı ile kireçlenme kürüİbrahim Saraçoğlu’nun çınar ağacının kurutulmuş yapraklarından hazırlamış ve önermiş olduğu çınar yaprağı kürü kireçlenme problemi olanlar için oldukça fayda sağlıyor. Çınar ağacının yapraklarından elde edilmiş bu kür beyinde oluşan kireçlenmelerde dahil olmak üzere vücudumuzun her bölgesinde oluşan kireçlenmelere karşı oldukça fayda sağlıyor.

Kireçlenmeye Çınar Yaprağı Kürü Nasıl Yapılır?

Malzemeler:
  • 1 su bardağı su (klorsuz)
  • 1 buçuk yemek kaşığı kurumuş ufaltılmış çınar yaprağı (derin yırtıklı çınar yaprağı)
Hazırlanışı: İlk olarak 1 su bardağı suyu kaynatıyoruz. Ardından 1 buçuk yemek kaşığı kurutulmuş çınar yapraklarını suyun içine ilave edelim. Tam olarak 1 dakika birlikte kaynatın. Ardından ılıması için bir süre bekleyin. Ilık hale geldikten sonra süzme işlemini gerçekleştirin. Çınar yaprağı kürünüz hazır hale gelmiştir.

Çınar yaprağı kürü nasıl uygulanır? 

Uygulanışı: Hazırlamış olduğunuz bu kürü sabah ve öğlen öğünleri ile öğlen ve akşam öğünleri arasında olmak üzere günde 2 defa toplam 2 bardak olarak tüketmeniz tavsiye edilmektedir.



4 Ekim 2016 Salı

Kemik Erimesi

https://anetteinselberg.com/2015/10/02/kemik-erimesine-karsi-dogal-bir-cozum-bir-dost-tavsiyesi/

76320_10151745788274419_2019561481_n[2]
MUTLAKA OKUYUN !
KEMİK ERIMESİNE KARŞI, DOĞAL BİR ÇÖZüM…
BİR DOST TAVSİYESİ
YOĞURT-NANE
DENEMEKTE FAYDA VAR. NASIL OLSA ZARARI YOK…..

Yıllarca yoğun kemik erimesi tedavisi görürken, devlet bunun ilaçlarını vermeme kararı aldı biz emeklilere.
Bu arada ben yoğurdu çok çok sevdiğim için ve rejim olsun diye her akşam yemek yerine bir kase yoğurt yemeye başladım.
Ancak öylece yemek değil; içine bir avuçta çok sevdiğim naneden ve biraz da z.yağı ile pul biber koyarak ve içine bir de peksimet doğrayarak.
Geçen sene kemik ölçümü için verilen tarihte dispansere gidip tahlil ve mr’ larımın çekiminden sonra doktor, kemik erimesinin sızıntıya dönüştüğü yani hızlı erimenin neredeyse durur gibi olduğunu söyledi ve bana ne kullandığımı sordu, ben de hiçbir şey sadece bol naneyle karışık yoğurtyediğimi söyledim;
Doktor:” – Nane ile yoğurdun birleşmesiyle doping yapmışsınız…” dedi.
Şimdiyse, her kadın hastaya “Kür olarak haftanın her günü böyle yoğurt yiyeceksiniz ilaç gibi…” diye tembih ediyormuş.
Benden söylemesi. Denemekten zarar gelmez. Ancak unutmamalı ki yoğurdun içinde mutlaka bolca kuru nane olacak…
Sağlıklı bir yaşam dileklerimle.
OKUDUYSAN BEĞEN BAŞKALARI DA OKUSUN DİYE PAYLAŞ !

22 Eylül 2016 Perşembe

kuru-uzum-suyu-ile-karaciger-temizligi

http://www.bitkilog.com/kuru-uzum-suyu-ile-karaciger-temizligi

Kuru Üzüm Suyu ile Karaciğer Temizliği


Kuru üzüm suyunun arkasında yatan büyük sır nedir? Kuru üzüm suyu kan dolaşımınızı daha etkili şekilde temizlemeye yardımcı olacak, karaciğerde bulunan özel biyokimyasal işlemleri uyarır. Kuru üzüm suyunun faydaları ağırlıklı olarak, sizin de bildiğiniz gibi, üzümlerin kendisinden gelmektedir. Bu tedaviyi dört gün arka arkaya uygularsanız, sindiriminizin kolaylaştığını ve daha çok enerjiniz olduğunu fark edeceksiniz.

Malzemeler

  • 2 bardak su (400 ml)
  • 150 gram kuru üzüm

Hazırlanışı

  • Kuru üzümleri yıkayıp bir kenara ayırın. İki bardak suyu kaynatın. İçine kuru üzümleri atın ve 20 dakika boyunca yavaşça kaynatın. 
  • Ertesi sabah, kuru üzümlerin suyunu süzün ve bu leziz suyu yeniden ısıtın. Suyu tercihinize göre sıcak veya ılık içebilirsiniz, ancak en önemlisi aç karna içmeniz. Ardından kahvaltıdan önce 30 ile 35 dakika kadar bekleyin.
  • İdeal olarak bunu arka arkaya birkaç gün tekrar etmeniz ve ertesi sabah uyanır uyanmaz kuru üzüm suyunuz içecek şekilde geceden hazırlamanız gerekiyor.
  • Bu rutini en az dört gün takip etmeyi unutmayın.
  • Bu tedaviyi ayda bir kez kullanabilirsiniz; hiçbir yan etkisi bulunmamaktadır. En ilginç olan nokta ise normalde kuru üzümlerde bolca bulunan şekeri bu sayede almıyor olmanız. Aynı zamanda yağ oranı düşük olan ve bol miktarda taze sebze meyve içeren bir beslenme de uygularsanız, genel olarak daha sağlıklı bir karaciğere sahip olacaksınız ve kuru üzüm suyu da rutininizin harika bir tamamlayıcısı olacak. ALINTIDIR. KAYNAK: Sagligabiradim.com

Beynimizi Daha Çok Çalıştırmanın Yolları…

https://anetteinselberg.com/2015/11/10/beynimizi-daha-cok-calistirmanin-yollari-mutlaka-okuyunuz-ve-paylasiniz/
Mutlaka Okuyunuz ve Paylaşınız
1- Beyin açık havadayken ve ayaktayken daha iyi çalışır. İnsan beyninin ayaktayken yaklaşık yüzde 10 daha fazla çalıştığı düşünülmektedir. Hayatınızla ilgili Önemli kararlar alırken açık havada veya doğada deneyebilirsiniz.
2 – Yürürken kolları sallamak beynin performansını olumlu etkiliyor. Önemli kararlarınızı açık havada, kollarınızı sağa sola sallayarak yürürken almaya ne dersiniz?
3- Yabancı bir dil öğrenme beyni güçlendiriyor. Her gün birkaç yabancı ya da yerli yeni kelime öğrenip, kullanabilirsiniz. Sözlük okuyabilirsiniz. Alışveriş listesi veya telefon numaralarını ezberlemeyi deneyebilirsiniz.
4- Zihinsel jimnastik /antrenman yapın. Bunun için çeşitli bulmacaları çözebilirsiniz. Satranç gibi akıl oyunları oynayın.
5 – Rutin olarak tekrar ettiğiniz davranışlardan vazgeçin. Bazen telefonu sol elinizde tutun, çantanızı diğer elinizle taşıyın, evinize başka bir yoldan gidin. En azından bir günlüğüne televizyon kumandasını sık kullanmadığınız elinizde tutun.
6 – Entelektüel zevklerinizi geliştirmek için her gün mutlaka iyi bir özdeyiş antolojisinden birkaç cümle okuyun. Beyninizi kaliteli cümlelerle besleyin!
7 – Her gün güzel bir resme veya fotoğrafa bakmaya çalışın. Estetik algınız, gördüğünüz estetik şeyler kadar gelişir.
8 – Sevdiğiniz bir müziği bir süre gözleriniz kapalı dinleyin. Beyin otoriteleri tarafından klâsik müziğin zekâya 7 puan ekleyebildiği iddia edilmektedir.
9 – Günde aklınızdan 60 bin ile 80 bin arası düşünce geçer. Bu düşünceler ne hakkındaysa, hayatınız da ona göre şekillenir. Unutmayın, kafanızda en çok neyi düşünürseniz, hayatınızda da onu çoğaltırsınız.
10 – Bir konu hakkında düşünürken, nasıl düşündüğünüzü de gözlemleyin. Düşünmek üzerine düşünmek, beyin ve düşünce kapasitesini artırır.
11 – İyi bir uyku kaliteli bir beyin için şarttır. Çok uyuyorum diye üzülmeyin. Einstein‘in günlük 10 saatten fazla uyuduğu biliniyor. 24 saati geçen uykusuzluk beyinde sarhoşluğa benzer bir etki yapar.
12 – Bol ve temiz oksijen beyin için çok önemlidir. Beynimiz ağırlık olarak vücudumuzun yüzde 2’sini oluşturduğu halde, vücuda gelen oksijenin yüzde 25’ini tüketir. Oksijensiz kaldığımızda ölümü gerçekleşen ilk organımız beyindir. Odanızın penceresini açarak kendinize bol bol oksijen ısmarlayın.
13 – Farklı düşünme tarzları beyninizi geliştirir. Çocuklar ve hayvanlarla daha fazla vakit geçirin. Sizden farklı düşünen insanlarla konuşun.
14 – Kullanılmayan organ körelir. Sürekli televizyon seyrederek beyninizi “düşük viteste çalıştırmayın.
15 – Beynin en tehlikeli yanı “ters çaba” kuralına göre çalıştığı anlardır. Başınıza gelmesinden en çok korktuğunuz şeye odaklanırsanız, korktuğunuzu başınıza getirir! Buna ters çaba kuralı denir. Beyin odaklanılan hedef olumsuz olsa bile, bunu gerçekleştirmek için çalışır. Topluluk önünde konuşma yaparken “acaba heyecanlanır mıyım?” diye düşünürseniz, heyecanlanırsınız.
16 – Beyni yoran monotonluktur. Hayatınızı ne kadar renklendirirseniz, beyninizi o kadar neşelendirirsiniz.
17 – Beyin kısa süreli hafızada beş ile yedi arasındaki bilgiyi işleyebilir. Yeni bir bilgi gelince, bu bilgilerden birini atar. Buna “sihirli sayı” kuralı denir. Bu kural aşılıp aşırı bilgi yüklenmesi durumunda beynimiz “servis dışı” olur. Hayatınızın en büyük kararlarını alırken “kafadan “ değil, tıpkı beş haneli iki rakam grubunu çarparken yaptığınız gibi, bir kâğıt üzerine yazarak ne yapacağınızı hesaplayın.
18 – Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur. Fiziksel zindelik, zihinsel zindelik getirir. Uzun süre hareketsiz kalmak, zihni de hareketsizleştirir. Spor yapmaya, fazla kilolarınızdan kurtulmaya özen gösterin. Yeterince su için. Çünkü, insan beyninin yüzde 78’i su ile kaplıdır.
19 – Ders çalışırken ilk öğrenilenler, son öğrenilenler, sık tekrarlananlar ve ilginç bulunanlar en çok akılda kalanlardır. Dersleri kısa aralar vererek çalışmak akıllıca bir harekettir.
20 – Bu hafta kafanızı nasıl daha iyi çalıştırabileceğiniz üzerine daha fazla düşünün. Unutmayın, beynimizi daha iyi çalıştırmak için kullanacağımız organ yine beynimiz“Aklınızı “başınıza” toplayın ve kullanın.
kaynak: sağlık olsun

18 Eylül 2016 Pazar

Soğanı sütle karıştırıp için! Şıp diye kesiyor!

http://haberseyret.com/mobil/haber/21907/sogani-sutle-karistirip-icin-sip-diye-kesiyor
Soğanın insan bedenine mucize etkilerini mutlaka okuyun


Soğanı sütle karıştırıp için! Şıp diye kesiyor! Özellikle balık yemeklerinin yanında tüketilen mor soğanın öyle bir faydası var ki... Mor Soğan suyu kalbi güçlendirmektedir, Taşıdığı esterler kanın pıhtılaşmasını önler. Boğaz iltihabı tedavisi sesin güzelleştirilmesi sinirsel rahatsızlıkların tedavisi öksürüğe bronşit ve boğaz ağrısına karşı en iyi ilaç soğan suyunun balla karıştırılarak yenmesidir. Kan basıncını (tansiyonu) düşürücü etkiye sahiptir. Safra kesesi salgısını artırır ve bunun sonucu olarak taş oluşumunu önler. Mor Soğan suyu kalbi güçlendirmektedir, Taşıdığı esterler kanın pıhtılaşmasını önler.

Yeni kesilmiş soğanı arının soktuğu yere sürdüğünüzde ağrıyı alır ve şişmesini önler. Soğanın düzenli kullanımının prostat kanseri riskini azalttığı söylenmektedir. Aynı etkinin mide ve göğüs kanseri için de geçerli olabileceği dile getiriliyor. Karın sancılarına ve mide kanamalarına karşı çok ince doğranmış soğan süt içerisinde kaynatılarak içilir. Hong Kong Üniversitesi´nden uzmanlara göre özellikle kırmızı soğan kötü kolesterolü düşürür. Bir adet çiğ soğanın yarısını her gün tüketen kişilerin iyi kolesterolünün %30 oranında artacağı söylenmektedir. Soğanın içerisinde kanser, kalp rahatsızlıkları ve hatta Alzheimer´a iyi geldiği söylenen antioksidanlar bulunur. Roma imparatoru Nero ve ABD başkanı George Washington´ın soğuk algınlığına karşı soğan tükettiği bilinmektedir.

Soğanın içerisinde bulunan yağın insulin gibi etki gösterdiği ve kan şekeri seviyesini düşürdüğü bilinmektedir. Aynı orandaki soğan suyu ve elma sirkesi karıştırılarak oluşan tonik günde 2 defa cilde sürüldüğünde koyu renkli bölgelere iyi geldiği söylenmektedir. Bu ikili ciltteki pH dengesini sağlayarak renk farklılığına karşı etkilidir. Aynı orandaki soğan suyu ve elma sirkesi karıştırılarak oluşan tonik günde 2 defa cilde sürüldüğünde koyu renkli bölgelere iyi geldiği söylenmektedir. Bu ikili ciltteki pH dengesini sağlayarak renk farklılığına karşı etkilidir. Soğanın içerisinde bronşit, diyabet, astım ve saman nezlesine iyi geldiği söylenen flavanoidler bulunur.

Mor soğanın faydaları Kan yapımına yardımcı olur. Kalp çarpıntısını giderir. Mor Soğan suyu kalbi güçlendirmektedir, Taşıdığı esterler kanın pıhtılaşmasını önler. Kan basıncını (tansiyonu) düşürücü etkiye sahiptir. Şeker hastalığına karşı bol miktarda mor soğan yenir. Kesik ve yanık yaralarının mikrop almaması için mor soğan suyu sürülür. Safra kesesi salgısını artırır ve bunun sonucu olarak taş oluşumunu önler. El ve ayak tırnaklarının çabuk kırılmasında, tırnakları sık sık mor soğan suyu ile ovmak gerekir. Sifa kaynağı Ayak bacak karın göğüs ve ellerdeki şişmelere karşı günde üç defa yemeklerden önce birer çorba kaşığı soğan suyu içilir. Burun kanamalarını durdurmak amacıyla soğan yumrusu ikiye kesilir yarısı burnun önüne bağlanır. Çıbanları olgunlaştırmak için soğan yumrusunu oluşturan yapraklar haşlanarak çıban üzene konur. İdrar yolları ağrılarında taze kesilmiş ve ısıtılmış soğan sıcak sıcak ağrıyan yerin üzerine konur ve bu işlem birkaç kez tekrarlanır.

Dizanteri veya bağırsak iltihaplarına karşı çiğ yumurta sarısı taze tereyağı iyice ezilmiş kimyon tohumu ve fazla miktarda soğan suyu karıştırılıp günde üç defa birer çorba kaşığı yenir. Nasırları yok etmek için sirke içerisinde kaynatılan mor soğan nasır üzerine konarak bağlanır ve bu işlem birkaç kez tekrarlanır. Karın sancıları için soğanın faydaları Karın sancılarına ve mide kanamalarına karşı çok ince doğranmış soğan süt içerisinde kaynatılarak içilir. Dibinde toplanan soğanlar ise yenir. Boğaz iltihabı (Iarenjit)´in tedavisi sesin güzelleştirilmesi sinirsel rahatsızlıkların tedavisi öksürüğe bronşit ve boğaz ağrısına karşı en iyi ilaç soğan suyunun balla karıştırılarak yenmesidir. Bu maksatla hazırlanan macundan günde üç çorba kaşığı tüketilmeli. Soğan kürü Hastalıklara ve özellikle kilo vermek isteyenlere hem sağlıklı hem de masrafsız bir çözüm olan soğan kürü, çoğu kişinin tercihi oldu.

Soğan kürü, miyom, polikistik over, iyi huylu prostat büyümesi, kıl dönmesi, hamile kalma, menopoz gibi rahatsızlıklarda tedavi amacıyla kullanılan bitkisel bir kürdür. Soğan evlerimizde yemeklerimizde kullandığımız sebze olmanın dışında, içeriğinde bulunan B, A ve C vitamini, iyot, silis, fosfor, kükürt gibi maddeler, antibiyotik görevi yapan içerikler ve hazmı kolaylaştıran fermentlere sahip olan şifalı bir sebzedir. Soğan tüketiminin fazla olduğu ülkelerde, kanser hastalığının daha az görüldüğü tespit edilmiştir. Evlerinizde taze olarak hazırlayabileceğiniz kür, 15 gün boyunca düzenli olarak kullanıldığında hastalığınıza çare olabilir. Soğan kürünün hazırlanışı Kürümüzü hazırlamak için ihtiyacımız olan malzemeler bir adet açık kahverengi kabuklu kuru soğan ve iki bardak klorsuz sudur. Soğanı kabukları kırmızı, mor ya da beyaz kabuklu olandan seçmemelisiniz. Bunlar yapılacak kürde etkili olmamaktadır. Sizin kullanacağınız yemeklerde kullanılan kuru soğandır. Soğanı kök ve kabuğuyla birlikte kullanacağımızdan, yıkayıp sirkeli suyun içinde bir süre bekletmelisiniz. Bu şekilde dezenfekte olmasını sağlarsınız. Suyu bir tencerenin içine koyarak, ocağın üzerinde kaynamaya bırakın. Kaynadıktan sonra kuru soğanı dört parçaya bölerek içine atın. Bu şekilde yaklaşık olarak beş dakika kadar kaynatmanız, kürü hazır hale getirecektir. Kullanıma hazır olması için biraz ılınmasını beklemelisiniz. Kür şeklinde soğanın faydaları -Kadınlarda meydana gelen çikolata kisti (endometriosis) ve miyom oluşumlarına karşı tedavi edicidir. -Kadınların yaşadığı adet düzensizliğini ortadan kaldırmaya oldukça etkilidir. -Polikistik over sendromu tedavisinde faydalıdır. -Menopoz şikayetlerini azaltmak için içilmelidir. -Kıl dönmelerinde fayda sağlayacaktır. -Vajinal akıntılarda kullanılmalıdır. -Hamile kalmak isteyenlerin, sorunlarına çare olacaktır. -İçeriğindeki sulfosid nedeniyle antibiyotik özelliğine sahiptir. -Ciltte çıkan iltihaplı sivilce ve aknelerde tedavi edicidir. -Dolaşım sistemini düzenler. -Bağışıklık sistemini güçlendirici etkileri bulunmaktadır. -Stres giderici ve balgam söktürücü etkileri vardır. -Vücutta meydana gelen yağlanmayı azaltacağından, zayıflamaya yardımcı olur. -Prostatta oluşan iltihapları azaltıcı etkileri nedeniyle, ağrıların azalmasına yardımcıdır. -Sinüzit rahatsızlığının ilerlemesini önler. -Çiğ soğan tüketimi, yemek sonrasında kandaki total gliserit oranını düşürür. Soğan kürü nasıl uygulanır -Soğan suyu ile hazırlanmış olan kür, sağlık sorunlarına fayda sağlaması açısından en az altı ayda bir defa 15 gün süreyle uygulanmalıdır. Bu süreyi aşmamaya dikkat edilmelidir. -Hazırlanmış olan kürü ılık olarak tüketmelisiniz. -Daima içeceğiniz kür taze olarak hazırlanmalıdır. -Öğle ve akşam yemeklerinden on dakika önce bir bardak içmelisiniz. -Kürü hazırlamak için mutlaka açık kahverengi kabuklu beyaz soğan kullanılmalıdır. -Kullanılacak soğanların dış kabuğu kuru ve taze olması gerekir. Çimlenmiş ve köklenmiş olanlar bayattır. Hangi soğan daha faydalıdır? Tüm soğan türleri belirli oranlarda antioksidan içeriyor. Ancak kırmızı soğanın ve beyaz soğana göre daha güçlü bir antioksidan olduğu belirtiliyor. Soğanın köke yakın bölümü kanserden korunma sağlayan bileşenler bakımından en zengin bölgesi. Soğan suyunun yan etkileri Soğan doğal olarak fruktoz içerir. Bazı kişilerde mide fruktoz sindirimi sırasında zorlandığı için soğan gaza neden olabilir ve bu gaz vücuttan atılamadığında mide ağrılarına yol açabilir. Bunun yanı sıra reflü hastaları soğan suyu içerken veya çiğ soğan yerken dikkatli olmalıdır çünkü soğan reflü belirtilerini şiddetlendirebilir. Soğanın kan şekerini düşüren etkisi, kan şekeri düzeyini kontrol altında tutmak için düzenli olarak ilaç kullanan diyabet hastalarında ilaçların etkisini istenmeyen boyutlarda arttırabilir. Diyabet için ilaç kullanıyorsanız düzenli olarak soğan suyu içmeye başlamadan önce doktorunuza danışın. Özellikle yeşil soğanda bol miktarda bulunan K vitamini uzun süre günlük ihtiyaçtan fazla miktarda alındığında bazı kan inceltici ilaçlarla etkileşime geçebilir. Kan inceltici ilaç kullanıyorsanız soğan tüketimi konusunda doktorunuza danışın. Soğan Suyunun Faydaları Kanser Sonuçları 2011 yılında ?Gastroenterology?de yayınlanan bir çalışmaya göre düzenli olarak kırmızı soğan tüketmek mide kanseri riskini düşürüyor. Sarımsak, pırasa, frenk soğanı ve arpacık soğanıyla aynı familyadan (Allium) olan soğan bu ailede yer alan diğer sebzeler gibi sülfür içeriyor. Bitkisel kaynaklardan alınan sülfür ise yapılan bu alanda yapılan çalışmalara göre hücre yapısının korunmasına yardımcı oluyor ve hücrenin yapısının bozularak kanserli hücreye dönüşmesini önlüyor. Cornell Üniversitesi tarafından yapılan bir diğer araştırmaya göre soğan antioksidan etkisiyle özellikle karaciğer ve kolon kanserine karşı etkili bir koruma sağlıyor. Bu alanda yapılan çalışma sayısı oldukça fazla ancak ilgi çekici son bir istatistik daha verelim; 32 ülkede yapılan bir çalışmada, yemeklerde daha çok soğan tüketen ülkelerde prostat kanseri nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı tüketmeyen ülkelere göre oldukça az. Örneğin İngiltere´de prostat kanseri nedeniyle meydana gelen ölümler soğan kullanımının daha çok olduğu Hong Kong, Türkiye ve İran´dan 5 kat daha fazla. Diyabet Besin lifi bakımından zengin olan soğan kan şekeri dalgalanmalarını önler ve az miktarda besin lifi tüketimi nedeniyle yaşanan kabızlığa iyi gelir.

Soğan, hem tip 1 hem de tip 2 diyabet hastalarında glikoz seviyelerinin düşürülmesine yardımcı bir sebzedir. Solunum Soğanın astım hastalarında akciğerlerin sıkışmasını önleyici etkisi olduğu konusunda bazı bilgiler bulunmaktadır fakat bu faydası konusunda yapılan bilimsel çalışmaların sayısı oldukça azdır. Antiseptik etkisinin solunum yoluyla ilgili hastalıklara iyi geldiği, balgamı temizlediği ve bu hastalıkların neden olduğu öksürüğü hafiflettiği bilinmektedir. Soğan suyu ve bal karışımı çocuklarda öksürüğü kesmek için geleneksel olarak kullanılan bir reçetedir. Katarakt Laboratuvar çalışmaları soğan suyu içmenin ve düzenli olarak soğan yemenin bazı katarakt türlerinin oluşma riskini önemli oranda azalttığını ortaya koymaktadır. Ancak ?Indian Journal of Ophthalmology? adlı bilimsel derginin 2009 Mayıs sayısında yayınlanan araştırma kobaylar üzerinde yapılmıştır ve net sonuçlar için daha fazla sayıda araştırmaya ihtiyaç duyulmaktadır. Anemi Orta boy bir soğan (yaklaşık 110 gram) 0.2 mg demir içerir ve bu miktar günlük demir ihtiyacının %1´ine denk gelmektedir. Tabi günlük demir ihtiyacınızı sadece soğan suyu içerek karşılamanız pek mümkün değil ancak demir bakımından zengin gıdalar tüketmeye çalışıyorsanız beslenme listenize soğanı da ekleyebilirsiniz.

Tansiyon Soğanda bulunan ?quercetin? adlı bileşenin tansiyonu düşürdüğü ve hipertansiyon hastalarında tansiyon kontrolüne yardımcı olduğu yönünde araştırma sonuçları bulunmaktadır. İdrar Söktürücü Soğan güçlü bir idrar söktürücüdür ve kanın temizlenmesine yardımcı olur. Öksürük: Geleneksel olarak bronşit ve astım tedavisinde kullanılan soğan suyu aynı zamanda kuru öksürüğe de iyi gelmektedir. Sinek Isırıkları: Sinek veya böcek ısırığının bulunduğu bölgeye 1 adet soğan kesip sürerseniz yada parmak ucuyla soğan suyu uygularsanız kaşıntıyı kısa sürede alır. Aynı zamanda hafif yanıkların ve küçük kesiklerin daha kısa sürede iyileşmesine yardımcı olu
 

3 Eylül 2016 Cumartesi

Sanatta Yaratıcılığı Öğretmenin 10 Temel Kuralı

http://www.egitimpedia.com/sanatta-yaraticiligi-ogretmenin-10-temel-kurali/http://www.egitimpedia.com/sanatta-yaraticiligi-ogretmenin-10-temel-kurali/



1. Bir çalışmanın nasıl olması gerektiği konusundaki beklentilerinizi unutup, neyi nasıl kullanacağını çocuğunuzun kararına bırakın. (Yaratıcı düşüncenin esası olan keşfi engelleyen şey, anne babanın direktifleridir.)
2. Asla çocuğunuzun çalışmasına elinizi sürmeyin. (Çocuğun bir resmi kendi başına ortaya koyması, sizin resme yapacağınız katkıdan daha önemlidir.) Sizin müdahaleniz çocuğun cesaretini kırabilir.
3. Resimdeki tesadüfi şekilleri gerçek nesnelere benzetmeyin. (Bu, çalışmanın değerini yitirmesine yol açacaktır.)
4. Çocuğa “nasıl” çizmesi gerektiğini göstermeye kalkmayın ya da onun adına gerçek resimler çizmeyin. (Öğretmeye çalıştıklarınız, çocuğunuzun “keşfetmesini, yaratmasını” engeller nitelikte olabilir.)
5. Çocuğunuza asla “Bu ne?” ya da “Ne çiziyorsun?” gibi sorular sormayın. (Onun yaptığı şeyin nasıl olduğu, ne olduğundan daha önemlidir.)
6. Çocuğunuza asla boyama kitapları, kalıplar, çizim makineleri gibi sanatsal yaratıcılığı engelleyen oyuncaklar almayın. (Başkasının yarım bıraktığı bir şeyi tamamlamak çocuğunuz için herhangi bir yarar sağlamayacaktır.)
7. Asla çocuğunuzu resim yarışmalarına veya çocukları karşı karşıya getiren etkinliklere katılmaya yöneltmeyin. (Çocuklar için en faydalı olanı amaçlarını belirleyip kendi kendilerine yarışmalarıdır.)
8. Çocuğunuzu, tek doğru yanıtı bulmaya değil, çözüm olabilecek pek çok alternatif üretmeye yöneltin. (Gerçek yaşamda her sorunun tek bir çözümü yoktur. Sanat sorunları nasıl çözebileceklerini öğretir çocuklara.)
9. Uygun olmayan yüzeylere resim çizdiği için çocuğunuzu asla azarlamayın, ona kağıt verip “Güzel. Çizme isteğin kabardı anlaşılan,” deyin. (Her zaman olumlu tepkiler verin, çizim yapmak istediğini fark ettiğinizi vurgulayın mesela.)
10. Bir gelişim sürecini tamamlamadan diğerine geçmeye zorlamayın çocuğunuzu. (Her aşama önemlidir, birinden diğerine hızla geçmek yarardan çok zarar getirebilir.)
Etkinliğe ve yaşa göre düzenlenmiş “Sanatsal Gelişim Standartları”, çocuğunuzun gelişimini izlemede size rehber olabilir.
                                             

ÇİZİM

6-12 Ay  : Tutar, bakar, pasteli ağzına götürür.
12-18 Ay :Karalama denemeleri yapar.
18-24 Ay : Yatay, dikey ve çapraz çizgiler çizer, karalama denemeleri yapar ve dokuyla ilgilenir.
24-30 Ay : Yuvarlak hatlı karalamalar yapar, değişik biçimler dener.
30-36 Ay : Çizgileri birleştirerek şekiller oluşturur ve bu şekiller adlandırır.
36-42 Ay : Resimleri hakkında öyküler anlatır, insan resimleri çizmeye başlayabilir.
                                    

OYUN HAMURU YA DA KİL ÇALIŞMALARI

                                    6-12 Ay  : Kile dokunur ve onun tadına bakar.
12-18 Ay : Kili çimdirir, sıkar ve koparır.
18-24 Ay : Yılan gibi şeritler yapar.
24-30 Ay : Kilden toplar yapar, objeleri adlandırır ve onlarla oynar.
30-36 Ay : Kili süslemeye, ona bir şeyler saplamaya başlar.
36-42 Ay : Kille tasarımlar yapar, yapılar kurar.
                                                                   BOYAMA
6-12 Ay  : Boyayı ellerine sürer ve tadına bakar.
12-18 Ay : Vücudunu boyar, boyalı elleriyle şaplaklar atar.
18-24 Ay : Fırça ile karalamalar yapar, çizgiler çizer.
24-30 Ay : Karalamadaki gelişimine devam eder.
30-36 Ay : Yüzeyleri tümüyle boyamaya başlar.
36-42 Ay : Kağıdın tüm yüzeyini farklı boya tabakalarıyla kaplar.


31 Ağustos 2016 Çarşamba

İnsan Neden Sanat Üretir?

http://nbeyin.com.tr/insan-neden-sanat-uretir/



Beyin bilimleri ile uğraşan insanlar kendilerini çoğunlukla zorlu sorularla karşı karşıya bulurlar. Ruh, bilinç, özgür irade, yaratıcılık ve sanat gibi mevzular, soru olarak sıklıkla karşımıza çıkar. Zira beyin bilimleri ile uğraşmak demek, insanın davranışlarını yönlendiren, onun tepki repertuarının programlarını içeren en üst kontrol merkezinin bu işleri nasıl yaptığını anlamaya soyunmak demektir. Basit refleks ve işlerimizi dahi nasıl yaptığımızı anlamakta oldukça esaslı zorluklar çekerken bu tip yüksek insani faaliyetler belirsiz, müphem kavramların nereden çıktığını, beynin bunlara nasıl aracılık ettiğini anlamak, şüphesiz kolay iş değildir.
Bizim gibi beyin üzerine çalışan insanların en fazla kafa yorması gereken mevzuların belki de en başında beynimizi dünyayı paylaştığımız ve beyinleri olan diğer canlılardan ayıran temel farkların neler olduğu meselesidir. Eğer maddi yapı anlamında “beyinler”e göz atarsanız, aralarındaki yapının çok da farklı olmadığını hemen görebilirsiniz. Tek önemli fark, gelişmişlik derecesidir. İnsan beyni, yapı ve bölümlenme olarak, bir yunusun, bir filin, yahut bir maymunun beyninden çok fazla farklılık taşımaz. Ama “küçük görünen” farklılıklar, muhtemelen bu bahsi geçen canlılarla insan arasındaki büyük nitelik uçurumuna ev sahipliği yapabilecek gizemli devreleri ve merkezleri içerir.

Farkımız ne?

İnsanın tarihini geriye doğru izlediğimizde, geçmişe doğru gittikçe, insanlara it buluntular arasında zaman boşlukları büyür ve kesintiler artmaya başlar. İnsanın bu yeryüzünde ne kadar süredir bulunduğunu tam bilmesek de 150-200 bin yıl kadar geriye uzanan bir tarihten bahsetmek mümkün görünüyor.
İnsanın bu dünyada arz-ı endam ettiği günden itibaren ilk ortaya koyduğu farklılık nedir diye baktığımızda, ne teknolojik eserleri, ne işlevsel tasarımları ne de başka şeyleri görürüz. Bize kalan ilk işaretler hep “sanat”la ilgilidir.
Binlerce yıl önce mağara duvarlarına çizilmiş resimler, insan beyninin somut gerçekliğin ipuçları ile hiç var olmayan soyut eserler üretebilme yeteneğinin, onu hayvanlardan ayıran ilk ve en önemli fark olduğunu gösteriyor. Elimizde, neredeyse kırk bin yıl önce yapılmış olduğunu tahmin ettiğimiz mağara duvarı resimleri, henüz dünyada varlığı belli belirsiz bir düzeyde olan insanın, kendisindeki o derin “üretme” kapasitesini nasıl karşı konulmaz ve zamana meydan okurcasına hayata geçirdiğini bize açıkça gösteriyor. Peki, insanla sanatı bu kadar ayrılmaz yapan, onu sanata bu derece meftun eden nedir? Dahası, bugün sanat neden bu kadar hayatımızdan uzak, hatta profesyonel bir mesleğe dönüşmüş, yahut bir şekilde öyle algılanır hale gelmiş durumdadır?
Sanatın zihnimizdeki yahut beynimizdeki kaynağı, en zor sorularımızdan biri. Bugün elimizdeki teknolojik olanaklarla sanatsal bir üretim yapan insanların beyinlerini görüntüleyebiliyor, kimyasal madde seviyelerini ölçebiliyor ve daha 20-30 yıl önce aklımıza hayalimize gelmeyecek nice tekniklerle beyinlerimizi izleyebiliyoruz. Her gün yığınla biriken bilgilerimize rağmen, sanat ve benzeri “zor” sorulara dair çok fazla bir fikrimiz yok, bunu itiraf etmek gerek. Fakat bence yakaladığımız çok önemli noktalar, bize kendimiz hakkında ilginç ipuçları fısıldıyor.
Beynimizi bize benzeyen diğer canlılardan ayıran en önemli fark, özellikle ön kısmındaki bölgelerin ileri düzeyde gelişmiş olması. Alnımızın hemen altında kalan ön beyin lobu, diğer bütün canlılara göre bizde anormal oranlarda büyük. Onun dışındaki kısımlar ise neredeyse aynen diğer canlılarda gördüklerimize benziyor. Üst ve ön beynimiz o kadar büyük ki sırf bu yüzden yavrularımızı erken doğurmamız ve bebeklerin beyinlerinin gelişimi için doğum sonrasındaki ilk birkaç yılı beklememiz gerekiyor. Beynimizin bu ön bölümündeki devreler, bize diğer canlılarda olmayan birçok yeteneğin bahşedilebilmesi için gerekli alt yapıyı sağlıyor aslında. İrademiz, sosyal becerilerimiz, gelecekteki bir ödül için anlık hazları erteleyebilmemiz, ahlak kurallarına bağlı bir yaşam, konuşma, akıl yürütme ve problem çözme gibi daha nice beceriler, buradaki devrelerimizin arasında gezinen karmaşık sinirsel hesaplamalar üzerinden gerçekleşiyor. Bu devreler hasar gördüğünde, bu özelliklerin çoğunu yahut bir kısmını hayata geçiremeyen insanlarla karşı karşıya kalıyoruz.
Beynin bu ön bölgelerinin bize sağladığı bir başka özellik de beynimizin derinliklerindeki alanlar tarafından yürütülen duygusal işlevlerimiz üzerinde sınırlı da olsa bir kontrol sağlaması ve daha da önemlisi, duygusal sistemimizde gerçekleşen o eşsiz deneyimleri, yani duyguları, çeşitli yöntemlerle ifade edebilmemizi mümkün kılması. Şiir, roman, resim ve müzik gibi, duygularımızın anlatılabilir farklı biçimlerdeki ifadelerine hayat verebilmemizi sağlayan yeteneklerimiz, işte bu gelişmiş devrelerin henüz çözemediğimiz koordinasyon özellikleri sayesinde hayat buluyor.

Beyindeki sanat merkezi?

Koordinasyon yahut eşgüdüm, sanatsal zihni anlamada aslında çok önemli bir kavram. Beyinde özel bir “sanat merkezi” yahut insanlara doğuştan sanat yeteneği bahşeden özel bir “sanat çekirdeği” yok. Sanat eserleri ortaya koymak, beynin birçok farklı bölgesinin eşgüdümlü bir şekilde çalışmasını ve bu karmaşık orkestrasyondan anlamlı birtakım nağmelerin, yani çok çeşitli sanat eserlerinin zuhur etmesini sağlıyor. Sanat, belli bir bölgenin işlevi olmaktan ziyade yaşam boyunca beyinde ve zihinde biriktirilmiş olan tüm tecrübelerin somut neticelerini, benzersiz ve tekrarlanamaz derecede karmaşık bir süreçler dizisiyle hayata geçirme süreci olarak karşımıza çıkıyor. Bu açıdan bakılınca, her insan bu devrelere sahip olduğundan, aslında hepimiz, değişik düzeylerde “sanatçı” bir beyne sahibiz.
Sanatı sadece üretmek değil, anlamak ve anlamlandırmak da insan düzeyinde gelişmiş bir beyin gerektiriyor. Bir resimle, bir müzik parçasıyla, bir şiir dizesindeki duygularla, ifade edilmek istenen düşüncelerle aynı frekansı yakalamak, onunla duygudaşlık kurarak adeta o hisleri kendi içinde tekrar yaşamak, sanat eserlerinden keyif almanın temelini oluşturan ilginç bir özelliğimiz.
Sanatın üretilmesindeki kişiye özellik, öznellik gibi sanatın algılanmasında da çok çeşitlilik var. Dolayısıyla, sanatı ancak sanat yapan beyin anlayıp algılayabilir dersek bu minvalde yanlış söylemiş olmayacağız.

Neler kaybediyoruz?

İnsan, yeryüzünde gezinmeye başladığı günlerden itibaren, etrafındaki dünyaya, kendi zihninde ürettiği sanatsal tasarımları ilave etmeye, çevresini böyle değiştirmeye başladı. Birçok teknolojik icadın dahi ilk önce sanatsal çizimler ve fikirler şeklinde hayat bulduğunu biliyoruz. Gelin görün ki sanayi devriminin getirdiği günümüzdeki temel eğitim mantığı, teknik ve sorun çözmeye dayanan, ekonomik kıymete haiz zihinsel özelliklerimizi hep öncelikli olarak ele almayı ve sanatla alakalı yüksek ve insani zihin işlevlerine bigane kalmayı, yüzyıllar içinde bir yaşam tarzı olarak adeta içimize yerleştirdi. Öyle ki sanatı artık sadece bir “zengin uğraşı”na; yahut esas (sigortalı-maaşlı) mesleğin yanında arada sırada ilgilenilmesinde zarar olmayan, rahatlama amaçlı bir hobiye indirgemiş durumdayız. Bunun bedeli ise aslında oldukça ağır. Mağara duvarlarına resim çizdiren temel donanım bileşenlerimizden biri olan üst düzey birçok zihinsel faaliyetimize yabancılaşmış ve onu hayatımızdan gittikçe daha çok uzaklaştırarak güdükleştirmiş, dumura uğratmış durumdayız. Birbirimizi derinlikli bir şekilde anlayamamak, dünyadaki tabii süreçlere yabancılaşmak, kendi medeniyetimizi teşkil edememek gibi temel sorunlarımızın altında büyük oranda da bu yabancılaşmanın yattığını düşünenlerdenim. Beynimizin sağ yarısının daha ziyade sanatsal ve yenilik içeren hadiselerde görev aldığını, sol kısmın ise daha çok yeknesak ve tekrarlı işlerde uzman olduğunu biliyoruz. Görünen o ki hayatımızın büyük çoğunluğunu ve içinde yaşadığımız medeniyeti, büyük oranda otomatik sol beynimiz üzerine kurmaktayız.
Elbette sadece sağ beynimizin kuracağı bir sistem de bize yaşam şansı vermezdi; zira her şeyin belirsiz, muğlak, öznel ve tekrarsız olduğu bir dünyada yaşamak da imkansız olurdu. Fakat bu halimiz de iyi değil. Estetik düzeyimize bir daha bakın, neleri kaybettiğimizi görebileceksiniz.
Bir gün, hoşunuza giden bir sanat eserini deneyimlerken bir lahza durup düşünün: acaba bu sanata aynalık eden o zihin yeteneklerinin, şu sıradan günlük hayatımıza biraz katkısı olsa fena mı olurdu? Bir Rembrandt, bir Dede Efendi, bir J. Sebastian Bach, bir Garcia Marquez, bir Mehmet Akif, hayatlarımıza daha çok dokunabilseydi, acaba nasıl bir medeniyetimiz olurdu?
Maalesef cevabı bilmiyoruz; ama öğrenmek için geç değil. Bunun için kafamızın içindeki o kullanmadığımız kısımları hızla kullanıma sokmak gerek, hem de hiç vakit kaybetmeden.
Etiketler: , ,

26 Ağustos 2016 Cuma

Mutlu Çocuklar Yetiştirmenin Gerçek Anahtarı: Mutsuzluk

http://www.egitimpedia.com/mutlu-cocuklar-yetistirmenin-gercek-anahtari-mutsuzluk/
Ebeveynlikle ilgili seminerler verdiğimde seyircilere hep şunu sorarım: “Çocuklarınız için en çok istediğiniz şey nedir?” Bu sorunun neredeyse evrensel hale gelmiş cevabı genellikle “Çocuklarımın mutlu olmasını istiyorum sadece” olur.
Üzgünüm, ama çocuklarımızı sürekli mutlu etmeye çalışmak her zaman fiyasko ile sonuçlanmıştır. Çok sayıda kırılgan ve mutsuz çocuk ve genç yetişkin yaratmıştır. Uyarıcı nitelikte bir hikaye olan Charlie’nin Çikolata Fabrikası‘ndaki Veruca Salt karakterini hatırlayın: “Hemen şimdi istiyorum baba!”
İşte size işin sırrı: Eğer mutlu çocuklarınız olsun istiyorsanız, onlara mutsuz olmaya tahammül edebilmeyi öğretmelisiniz. Eğer Veruca’nın babası, kızını sürekli öfke, hayal kırıklığı ve hüsran gibi yoğun duygulardan korumak yerine bunlarla uğraşmayı öğretseydi çok daha iyi bir şey yapardı.
Bizler de birer Bay Salt jenerasyonuna dönüştük. Yatıştırıcılar ve sakinleştiriciler olduk. Farkında olmadan çocuğumuzun ilk “karşıdakine bağlı ilişkisi” olduk. Sadece bir jenerasyon içinde, “Odana git, çünkü sana git diyorum!” bağrışları, “Ah, kendini uykun gelmiş gibi hissetmiyor musun? Hadi iki saat bunun hakkında konuşalım” diyaloglarına dönüştü.
Ebeveyn olduğunuzda çocuğunuzun duygularının kişisel antrenörü yani bir duygu koçu olma görevini de üstlenirsiniz. Peki neden bu elzem ebeveynlik görevi bu kadar az değer görür? İyi niyetli ebeveynler çocuklarının yeni beceriler öğrenmesine yardım etmeye sonsuz zaman ayırır ve tıpkı futbol ve piyano gibi, duygularını yönetmenin de öğretilmesi ve pratik yapılması gereken bir beceri olduğu gerçeğini görmezlikten gelirler.
Bir çocuğa duygularıyla baş etmeyi öğretmek için asla erken değildir çünkü bebeklerin beyinlerinde ayna nöronları bulunur. Bizin davranışlarımızı kopyalarlar. Hatta kendi sinir sistemlerini oluşturmak için bizimkinin bir kısmını ödünç alırlar. Ebeveynler kendi duygularını, küçük çocuklarının önünde iyi bir şekilde yönetirlerse, pozitif duygu yönetimini modellemelerini sağlarlar.
Çocuklarımıza verebileceğimiz en iyi hediyelerden biri duygusal barometrelerini nasıl kuracaklarını ve açacaklarını onlara göstermektir. Bu barometre, hayatları boyunca onlara çok iyi bir şekilde hizmet verecektir. Duygularıyla barışık olan çocuklar ve yetişkinler, kendileriyle daha fazla barışık olurlar ve iş, arkadaşlık ve aşk hayatlarında daha kolay yol alırlar.
Buna karşılık duygularını yönetemeyen/düzenleyemeyen yetişkinler ve ergenler, kendi kendilerini yatıştırmak için genellikle dışarıya başvurular. Yiyecek, uyuşturucu, alkol, kötü ilişkilere tutunma, karşısındakine bağımlı olma gibi yollarla kendi kendilerini tedavi ederler. Bu bireyler aşırı kaygılı, aşırı üzgün ya da aşırı uyarılmış olduklarında kendilerini ya bir terapist koltuğunda ya da bitmek bilmeyen duygusal iniş-çıkışların içinde bulurlar.
Ne yazık ki toplumun çoğunluğu duygularını yöntemeyen yetişkinlerden oluşuyor. Somurtan, bağıran, birbirine kötü sözler söyleyen ve sürekli suçlayan yetişkinler…
Medya ise bu “bozukluğu” sadece daha da güçlendirmeye yarıyor. Şu an medyadaki “pozitif akıl hocalığı” eksikliği beni gerçekten endişelendiriyor. Eskiden ebeveynler duygularını yönetemediklerinde onlara sakin/ölçülü duyguları modelleyen medyatik rol modelleri vardı. Oysa bugün bir televizyon programında sıradan bir ev kadını bir masayı deviriyor ya da bardağını fırlatıp atıyor. Politikacılar bağırıp çağırıyor, birbirlerini suçluyor ve canlı yayında öfke krizleri geçiriyor. Bu yeni “kötü davranış” modeli, ebeveynlerin, çocuklarına yoğun duygularla baş etmeyi öğretmesi gerektiği gerçeğini daha da önemli bir hale getiriyor.
Bu, kendi hayatında da iyi rol modelleri olmayan ebeveynler için oldukça çok zor bir şey. Eğer sizin ebeveynlerinizin duygusal barometreleri hiç olmadıysa – eğer bağırdılar, vurdular, ayıpladılar ve “yaramazlık” yaptığınızı düşündüklerinde sevgilerini geri çektilerse – kendi çocuklarınıza nasıl daha farklı bir şekilde davranabilir ve öğretebilirsiniz?
Günlük hayatta kötü modelleri tekrar edip duran ebeveyn örnekleri görüyorum. Gittiğim havuzdaki bir baba: “Koca havuzda ağlayan tek çocuk sensin. Bir daha seninle oynamayacağım!” Aynı hafta uslu davranmazsa dört yaşındaki kızını markette bırakıp gitmekle tehdit eden bir anne. Bir restoranda üç yaşındaki “iğrenç” çocuğuna bağıran bir baba: “Senin yüzünden hep eve yemek söylemek zorunda kalıyoruz.”
Bu ilkel “tuhaflıklar” sadece döngüyü devam ettirmeye yarıyor: Kendi duygularını yönetemeyecek kadar zayıf donanımlı çocuklar üretmek.
Peki ne yapabilirsiniz? İşte bir çocuğa yoğun duygularını yönetmeyi öğretmenin birkaç yolu:
1. Çocuklarınızın negatif duygularını, onları hemen onarmaya çalışmadan ya da kişisel almadan tolere edin. Kötü bir gün geçirdiğinizde ve eşinize bundan dolayı yakındığınızda, eşinizin sorunu nasıl çözebileceğinizi anlatmak için sözünüzü kesmesini (ya da kendi hikayeleriyle üste çıkmasını) istemezsiniz. Sadece duygularınızı ifade etmek, görülmek ve duyulmak istersiniz. Çocuklar da farklı değildir. Eğer çocuğunuz kötü bir not yüzünden ağlıyorsa, “O öğremene sinir oluyorum” demeyin. Böylece kendi duygularınızı onunkilerin üzerine eklersiniz. Bunun yerine şunu deneyin: “Çok üzülmüşsün sen. Ne yapacaksın? Bir dahaki sefere daha farklı ne yapacaksın?” Çocuklarımızın her problemi çözmek için bize bakmalarını istemiyoruz. Eğer ebeveyn olarak çok fazla şey yaparsak, çocuklarımız çok az şey yapacaktır.
Çocuklarımızın içsel gücünü, dayanıklılığını, esnekliğini ve problem çözme gücünü geliştirmek istiyorsak, önce kendi yoğun duygularımıza tahammül etme konusunda iyi olmalıyız. Ve en önemlisi çocuklarımızı negatif duygulardan kurtarma dürtüsüne direnmeliyiz. Ebeveynler, çocuklarının zorlandığını görmekten duydukları rahatsızlık konusunda rahat olmayı öğrenmeliler. Eğer hemen olaya müdahale edip kızınızı kurtarırsanız, ona kendi duygularıyla baş edemediği mesajını verirsiniz. Çok sevdiğiniz bir çocuğun üzüldüğünü ya da hüsrana uğradığını görmek çok zordur. Ancak duygularla baş etmek muhteşem bir hayat becerisidir. Ve sadece duygularla baş etme pratiği yaptıklarında bu konuda iyi olurlar. İşte size pratik bir yol: Karışmayın. Çocuğunuza kendi duygularıyla baş etmesinin muhteşem hediyesini verin.
2. Eğer çocuklarınıza “kırılgan” muamelesi yaparsanız, gerçekten hayat boyu kırılgan kalabilirler. Çocuklarınızın güçlü yönleri hakkında konuşun, zayıf yönleri hakkında değil: “Biliyorum teyzenin evinde ilk kez kalacağın için gerginsin. Ama sabah gelip seni alacağım. İnsanın evini özlemesi çok normal.” Çocuklarınızın bu küçük duygusal engellerden atlamalarına izin verin ki büyüdüklerinde daha büyükleri karşısında kendilerini ayarlayabilsinler.
Doğaya geri dönüp tüm annelerin annesinden bir ipucu alalım: Doğa Ana. Eğer anne tavuk bebeği dışarı çıksın diye yumurta kabuğunu kırarsa, civciv ölür. Eğer sürekli peşlerinde olup çocuklarımızı üzgün hissetmekten korumaya çalışırsak, kuluçkadan tamamen çıkmalarını engellemiş oluruz.
3. Bir ders vermeden önce o dersin kendisi olmalısınız. Bu çok zordur. Ebeveyn tarafında içgörü gerektirir. Ebeveyn olarak ne kadar kendimizin farkında olursak, o kadar iyi ebeveyn oluruz. Nokta. Çocuklarımıza neleri modellediğimize yakından bakmamız gerekiyor. Çocuklarımız bağırmayı kessin diye onlara bağıramayız ya da sakinleşmeleri için çığlık atamayız. Çocularımıza disiplin vermeden önce bir süre durup kendimize disiplin vermeliyiz. Ebeveynler bana bazen “molalara” inanıp inanmadığımı sorar. İnanırım. Ama çocuklar için olana değil, ebeveynler için olana! O anın  yoğunluğuyla sonradan pişman olacağınız bir şey söylemeden önce oradan uzaklaşın. Çocuklarımıza duygularını yönetmeyi öğretmek, önce bizim bunu öğrenmemizi gerektirir. Ebeveynlik kendimizi büyütmek için harika bir fırsattır. Böylece çocuklarımızı çok daha iyi büyütebiliriz.
4. Çocuklarınızın duygularıyla empati kurun, onları reddetmeyin. Duyguları inkar etmek onları asla ortadan kaldırmaz. “Kes ağlamayı, hiç de acımadı” ya da “Korkmasana, film o kadar da korkunç değildi” gibi şeyler söylemek, duygunun ortadan kaybolmasını sağlamaz, ama gerçek duyguları bastırabilir. Çocuğunuz ne hissediyorsa, ona yönelik yorum yapın: “Filmden çok korkmuş gibi görünüyorsun, yüzünden belli oluyor.” Duygusal yansıtma, çocuğunuz için duygusal güvenlik sağlar. Ebeveynler olarak sözlerimiz “seni görüyorum, seni duyuyorum, seni anlıyorum” sözcüklerini içermelidir. Empati önemlidir, çünkü empatiniz çocuklarınızın kendi duygularını çözmelerini ve yönetmelerini sağlar. Empati yoğun ve derin duyguları dağıtır.
5. Kendinize, bunun sizin için ne anlam ifade ettiğini sorun. Kendi ihtiyaçlarınızı onlarınkiyle karıştırmayın. Çocuklarımızın üzüntüleriyle baş edememe acizliği genellikle tamamen kendi çocukluğumuzla ilgilidir. Çocuğunuz üzgünse ve siz de kaygı ya da üzüntü hissetmeye başlarsanız kendinize şunu sorun: “Bu benim için ne anlama geliyor? Çocuğunuzun gözyaşları ve hayal kırıklığı siz de ne uyandırıyor? Eğer çocuğunuz bir takımdan çıkarıldı diye kendinizi hıçkıra hıçkıra ağlarken buluyorsanız, acaba siz de bir zamanlar takımdan çıkarıldığınız için olabilir mi? Eğer çocuğunuzun sürekli bir şeyler istemesi sizi rahatsız ediyorsa, bu, bir çocuk olarak ihtiyaçlarınızın ya da kendi fikrinizin olmasına hiç izin verilmediği yüzünden olabilir mi? Histeri geçmişe aittir: Eğer çocuklarımızla ilgili bir konuda aşırı sorumluluk alıyorsak, bu genellikle kendi geçmişimizle ilgilidir. Yoğun duygularınızı, kendi “büyümeniz” için bir fırsat olarak kullanın. Eğer belli bir konu hakkında neden çok yoğun duygular hissettiğinizi çözerseniz, bu hem sizi hem de çocuğunuzu özgürleştirir.
6. Duyguları yemekle, hediyelerle ya da elektronik aletlerle takas etmeyin. Eğer çocuklarımızın duygularını yatıştırmaları için dışarı yönelmelerini istemiyorsak, o zaman “Eğer ağlamayı bırakırsan sana bir dondurma alacağım” ya da “Canın sıkkın, üzgünsün, gel telefonumda oyun oyna” demeyi bırakın. Gözyaşlarını kısa vadede durdurabilirsiniz, ama emin olun çocuklarınızın kendi duygularını yaşamalarına izin verirsenin uzun vadede çok daha iyi bir şey yapmış olursunuz. Bırakın çocuklarınız duygularıyla uğraşsın, onları zapt etmeyin. Çocuklar yoğun ve derin duyguları yüzünden kırılmazlar. Onlarla baş etmeyi öğrenirler sadece. Akıl sağlığının büyük bir kısmı, duygular konusunda kendini rahat hissetmektir, duygulardan kaçmaya ya da onları uyuşturmaya gerek olmadığını bilmektir. Duygusal esnekliğinizin ve duygusal dayanıklılığınızın olduğunu bilmek ise kendi içinizde kendinizi güvende hissetmektir.
Hepimizin duygularımızı yönetmeyi öğrendiğimizi hayal edin. O zaman eşlerin birbirlerinin ihtiyaçlarını karşılayacakları, çalışanların problemlerini sakince birlikte çözebilecekleri bir toplum olurduk. Şiddetin yok olduğu ve ilişkilerin daha az zor olduğu bir dünya yaratırdık. Yine hayal kırıklıklarımız ve üzüntülerimiz olurdu, ama duygu barometrelerimiz zorluklarla baş ederdi.
Bir sonraki ebeveynlik seminerimde seyircilere çocukları ile ilgili en çok ne istediklerini sorduğumda biri, “Duygularını yönetebilen nazik çocuklar yetiştirmek istiyorum” dediğinde sanırım çok mutlu olacağım. Emin olun bu, mutlu bir çocuk yetiştirmek için atılabilecek dev bir adımdır.

Kaynak: http://goop.com/the-misguided-desire-of-wanting-our-kids-to-be-happy/