KAHVE BAHANE

KAHVE BAHANE
Gönül ne kahve ister ne kahvehane gönül sohbet ister kahve bahane…Belki de dedelerden anneannelerden , babaannelerden kalan bir miras belki de alışkanlık… Çok severim Türk kahvesini, benim için diğer kahvelere hiç benzemez... Özel bir tadı, köpüğü, kokusu, pişirilişi, ikramıyla kendine özgü bir kimliği ve geleneği vardır. Yumuşak ve kadifemsi köpüğü sayesinde damakta ,uzun süre tadını bırakır. Günlük yaşamımızda çok yer etmiştir.Nerede içiyorsan, kiminle içiyorsan ona göre değişir tadı...Dostlarınla içtiğin kahve neşe dolu bol köpüklüdür. Sevdiğin dostun üzüntülü ise içtiğin kahvenin tadı kederlidir,acıdır. Tek başına balkonda içtiğin kahve ,yalnızlıktır. Yorgun olduğunda hafifletir seni,unutturur yorgunluğunu,İçki içmişsen koyu şekersiz bir kahve derin kuyudan çıkararak,ferahlatır ,derin bir uykuya dalarsın… Kızlarımızı istemeye gelinen evlerin,bayramlarımızın vazgeçilmez ikramıdır,Türk kahvesi...B inlerce yıl öncesinden zamanımıza kadar bir çok şeylerle bakılan fal, bizim Türk kahvemizle de özleşmiştir,Türk kahvesi deyince ,Kahve içen kişi dibindeki telveyi ,fincanını sol elle tutarak,sağdan sola çevirerek üç kere çalkalayıp kapatır.sonrada’’bakacak kimse var mı?’’diye sorar,bakan yoksa kendin bildiğine göre yorum yapar.Apartmanda her gün bir evde saat onda kahve içilir. Komşu Naciye hanım sabah saat onda muhakkak bağırır ,Ayşelerdeyiz hadi gelen gelsin.Tabi ki Naciye hanım çok iyi fal baktığından herkes işi gücü bırakıp peşinden…..kapıdan içeri girerken de ’’Şule kızım çabuk bir kahve yap da içelim’’daha öğlene yemek yapacağım.Herkes saat ona kadar bir işler yapmıştır, bu o yorgunluğun dinlenme kahvesidir. Kahve aynı kahvedir belki... köpüğüyle, rengiyle,dumanıyla,yorgun oldukları için , içtikleri kahve hafifletir kendine getirir,unutturur günün ağırlığını insanlara...Biraz da gönül ne kahve ister ne kahvehane gönül sohbet ister kahve bahane hatırlatır.Kahveler içilir,tabi ki arkasından fincanlar kapatılır.Naciye hanım bakacak fallara…Fallar… Her gün aynı şey ,siz inanırımsınız? Fal nasıl bakılır,çıkanları varmıdır..Hepinize bol şekerli kahve tadında günler,sohbetler dilerim. (Bahar Demir)

19 Mart 2008 Çarşamba

Beyninizi İyi Besleyin

Beyninizi İyi Besleyin
En Zeka Geliştiren 10 Besin!
Zekayı geliştiren 10 besin The Sun gazetesinin uzmanları, bilimsel araştırmaları inceleyip zeka gelişimine en çok katkı sağlayan 10 gıdayı belirledi.

Patates: Kan şekerini dengeli olarak yükseltiyor bu sayede zeka daha verimli çalışıyor.

Çilek: İçeriğindeki fisetin maddesi hafıza kaybının etkilerini azaltıp, bunamayı geciktiriyor.

Bitter çikolata: Magnezyum ve antioksidan içeriğiyle beyne oksijen taşıyarak daha aktif çalışmasını sağlıyor.

Üzüm suyu: Dopamin salgılanmasını arttırarak problem çözme yeteneğini geliştiriyor.

Yoğurt: İçinde bulunan tirozin isimli madde hafızayı güçlendirip, beyni uyarıyor.

Fasulye: Lif ve protein bir arada özellikle çocuklarda zekayı açıyor.

Somon: Omega-3 yağları hem beyni koruyor hem hafızayı güçlendiriyor.

Kırmızı ve turuncu renkli sebzeler: Özellikle domates, havuç ve kırmızı biberde bulunan antioksidan beynin daha uzun süre sağlıklı kalmasını sağlıyor.

Yağsız kırmızı et: Tam bir demir deposu, özellikle sağlıklı alyuvarlar için vazgeçilmez... Beyin gelişimi için büyük yarar sağlıyor.

Tahıl: Önemli bir B vitamini kaynağı olan tahıllar, kan şekerini dengeliyor. (Kaynak : VATAN )

27 Şubat 2008 Çarşamba

BAHARI ÖZLEMLE YAŞAMAK

BAHARI ÖZLEMLE YAŞAMAK
Şu soğuk kış aylarından bir an önce kurtulmak isterim; çünkü bir başkadır baharın keyfi… Sımsıcak bir güneş alır götürür kış yorgunluğunu üzerimizden. Ayrı bir güzelliktir baharı kırlarda yaşamak. Dağ, taş, börtü böcek uyanır sevinçle. Tatlı bir rüzgârla dans etmeye başlar kelebekler. Tüm kır çiçekleri teker teker açar kışa inat. Papatyalar, kır menekşeleri, mineler, çan çiçekleri… Rengârenk olur dağlar bayırlar. Yemyeşil çimenlerin arasından göz kırparlar adeta. Davet ederler bizleri yanlarına. Dayanamam o zaman, yatarım çimenlerin üzerine. Kucaklarım çiçekleri doya doya. O kadife yapraklar, o renkler birer parçam olur adeta. Ayrılmazlar benden bir ömür boyu, terk etmezler ruhumu. Âşık olurum her bahar çiçeğe çimene, Güneşin yedi rengine. Tatlı bir uykuya dalmak isterim, çimenlerin üstünde. Toprağın kokusunu teneffüs etmek; uyanınca da dünyanın tüm çiçeklerini üzerimde görmek, onlarla iç içe olmak benim için mutlulukların en büyüğü olur. Bembeyaz bir çarşaf gibi yayılır papatyalar kırlara, bayırlara. Kraliçesidir doğanın bu mağrur ve sevecen çiçek. Bu yüzden önünde hep diz çöker başlarımıza taç yaparız… Tüm ağaçlar uyanır güneşi görünce. Yapraklanır yemyeşil olur dallar. Meyve ağaçları pembe beyaz çiçeklerle donanarak baharı doya doya yaşarlar. Sadece doğa mı uyanır baharla birlikte? Nice yeni sevdalar filizlenir gönüllerde. Nice yeni sevdalara ve mutluluklara adımlar atılır. Daha tatlı gelir kulağa sevgilinin sesi, gülüşü. Şarkılar bestelenir, şiirler yazılır aşk üzerine. Kuş cıvıltıları arasında mis kokan kırlarda sevgilinin kulağına fısıldanır en güzel aşk şiirleri, şarkıları... Hiç bitmesin diye dua edilir bu güzel an için. Sözler verilir, yeminler edilir yeminler üstüne. Dökülür gözyaşları, süzülür yanaklardan. Dilekler tutulur, eşarplar bağlanır dallara, paralar atılır göllere. Ey güzel bahar mevsimi, mevsimlerin en güzeli… Ömrümüzün ilkbaharı da senin gibi güzel değil midir? Gençlik güzellik, saflık hep bu dönemde yaşanmaz mı? Bir çiçek gibi açılır saçılırız. Bir başkadır hayallerimiz ümitlerimiz. Sanki dünya, sadece bizim etrafımızda döner durur. Aklımız bir karış havada, hiçbir şey umurumuzda değildir. En güzel düşler, sevinçler süsler hayatımızı. En küçük olumsuzluklar mutsuz eder bizi. Sonra da bir saman alevi gibi kaybolur gider. Ömrümüzün baharı, tüm yaşantımız üzerinde unutulmayacak kadar derin izler bırakan bir dönem olmuştur her zaman. Baharı dolu dolu ve mutlu yaşayarak tadını çıkarmaya bakalım…




Baharla Gelen Güzellikler Benim için Her mevsimin bir güzelliği vardır. Bahar deyince nedense sanki çoğalan, Ayrı bir güzellik vermiş tanrı, İlkbaharın yeni bu başlangıcına...... Yağmur damlaları, bereketidir,doğanın Huzurlu bir yeşillik halı gibi etrafı kaplarken Üzerindeki deseni rengarenk verir çiçekler Sıcaklığın, sevginin, dostluğunu ve umutların İnsan kalbinde filizlenip, Açılmaya başladığı gün,bu mevsim, İçimizi kıpır kıpır yapan bir güzellik... Emeğini topraktan alan. Sevgi dolu insanımdır. Bu tabloya ekinlerinle hayvanlarınla güzellik çizen Her türlü canlının, Yeni başlangıçı, yeniden dirilişi.... Kuzuların,ineklerin çayırlarda sesini duyurduğu, Dağların arasından masumca süzülen, Irmakların baharın türküsünü söylemeleri, Dağların arasında gökkuşağı çizen güneş.... Hafif bir rüzgar, Okşar sizin yüzünüzü ,doğadaki çiçekleri Son çiçek tomurcukları açmaya yüz tutmuşken, Kuşların melodisi ağaçların dili olur. Bu büyü hiç bitmeyecek sanırsınız Doğa, aşkını yaşamayı unutmayın Evet yeni bir mevsim, yeni başlangıç, yeniden diriliştir.







BAHARLA BİRLEŞEN BAYRAM COŞKUSU
Bahar... Hani o yeryüzünün rengârenk çiçeklerle, kuş cıvıltılarıyla dolduğu, güneşin kollarıyla bulutları yararak ışığını büyük bir ihtişamla yeryüzüne düşürdüğü güzelim mevsim. Baharla birlikte doğa canlanır, hayat sanki yeniden başlar. Kışın kasvetli, soğuk, bulutlu günleri yerini güneşli, aydınlık, ılık günlere bırakır. Tüm canlılarda bir kıpırdanma, canlılık başlar. İnsanların yüreğindeki kasvet, yerini sevgi çarpıntılarına bırakır. Kuşlar cıvıltılarıyla, insanlar türküleriyle, çiçekler o güzelim renkleriyle süsler baharı. Peki neden bu kadar çok sevilir bahar mevsimi? Neden kuşlar herzamankinden daha canlı öter, çiçekler daha parlak açar? Çünkü baharla birlikte bahar bayramı yani "Nevruz"da gelir. İnsanlar baharın gelişini, içlerinde ki coşkuyu bayrama dönüştürerek kutlarlar. Nevruz doğanın canlanışının kutlanmasıdır. Bayramlar insanları birbirlerine yaklaştırır. Yüzyıllardır sürüp gelen Nevruz geleneğinin en önemli sonuçlarından birisi; insanları bir ar aya toplaması, paylaşımı çoğaltmasıdır. İnsanlar kötülüklerden, ard niyetlerden arınmış olurlar. Yürekler sevgi, barış, kardeşlik duygularıyla dolar. Çiçekler ola bildiğince renkli, kuşlar olabildiğince canlı, insanlar olabildiğince neşe dolu ve umutludur. Kuşları güzelim ezgilerine karışan çiçek kokular insanın içine işler. Böyle bir günde hangi insan kötülük düşünebilir ki? Üstelik dilekler kötülüklerin yeryüzünden kalkması içindir. Nevruz'da insanlar bir araya gelir, birlikte şarkılar, türküler söylerler. Geçmişten bu güne süregelen gelenekler bir kez daha tekrar edilir. Ateşin üstünden atlanırken dilekler tutulur. Dilekler dinlenirken geleceğe dair umutlar da yeşerir. Herkes dileğini kendi içinde tutar, kimseye söylemez. Çünkü söylenirse dileklerin yerine gelmeyeceği korkusu vardır. Yeni baharlar, yeni Nevruzlar, yeni türküler, yeni heyecanlar, yeni insanlar... Her bahar değişenlerdir bunlar...Hiçbir zaman değişmeyen ise insanlar arasındaki sevgi ve paylaşımdır. Gelin hep birlikte değişen ve hep aynı kalan yönleriyle Nevruz'u dileğimizce yaşayalım!
Burcu Seçil EKİNCİ İbrahim Çeçen İlköğretim Okulu AĞRI

Panik Atak Belirtileri Nelerdir?

Panik Atak Belirtileri Nelerdir?
Editör: Ozan Vural editor@realage.com.tr
Birçok kişinin yaşamını olumsuz yönde etkileyen panik atak, daha çok genç kadınlarda görülüyor. Peki bu sinsi hastalığın belirtileri neler? Son yıllarda daha çok duymaya başladığımız panik atak aniden başlayan ve zaman zaman tekrarlayan, insanı dehşet içinde bırakan yoğun sıkıntı ya da korku nöbetleri olarak tanımlanır. Anadolu Sağlık Merkezi'nden Psikiyatrist Dr. F. Tuna Burgut, toplumun büyük bir kısmını ilgilendiren panik atak hastalığı ile ilgili bilgi vererek şunları söyledi "Hasta kontolünü kaybettiği, ölmek üzere olduğu, ya da aklını kaçırmak üzere olduğunu hisseder. Panik atak, vücutta hızlı ve karmaşık değişikliklere sebep olur. Panik atağın bazı organlar üzerindeki etkisi, kaza ya da zehirlenmenin yol açacağı sonuçtan bile daha kötü olabilir. Panik atak kesinlikle bir hastalıktır ve tedavisi şarttır. Ara ara gelişen bir durum olmasına rağmen tedavi edilmediğinde 'atak'ların sıklığı artabilir ve beraberinde depresyon ya da genel endişe halleri gibi başka psikiyatrik hastalıklara sebep olur. Hastalar, ataklar arasında gergin ve huzursuz olurlar ve her an yeni bir atak gelişebilir korkusuyla bir genel endişe durumu gelistirirler. Buna 'beklenti anksiyetesi' adı verilir. Hasta evden çıkamamaya, yalnız kalamamaya başlar ve hayatı felç olur." Hastaneye koşarlar Panik atakların nedeni kesin olarak bilinmiyor ancak genetik etkileşimin etkili olabileceği düşünülüyor. Panik ataklar kadınlarda, erkeklere göre iki kat daha fazla görülüyor ve belirtiler genelde 25 yaşından önce başlıyor. Hastalıkla ilgili en önemli adım, teşhisin doğru konulabilmesi... Panik atak hastaları genelde hastanelerin acil servislerine göğüs ağrısı, nefes alamama gibi şikayetlerle gittikleri için, birçok tıbbi testlerden geçerler. Kalp, akciğer ile ilgili 'medikal' bir hastalık olmadığını anlayan hekimler hastayı taburcu eder ve hasta bir sonraki nöbete kadar tedavi aramaz. Fakat panik atak hastalarının hemen teşhis edilip doğru tedaviye yönlendirilmeleri gerekir. Bu nedenle hem doktorları hem de hastaları psikiyatrik hastalıklar açısından eğitmek çok önemlidir. İlaç ve terapi bir arada Panik bozukluğu, tedavisi mümkün bir hastalıktır. Bu ilaç tedavisi ya da psikoterapi olmak üzere iki büyük başlık altında toplanabilir. En iyi tedavi hem ilaç hem de terapinin beraber yapıldığı bir tedavi sürecidir. Bunun yanında gevşeme egzersizlerinin de hastaya öğretilmesinde fayda vardır. Panik atakları sırasında İlaç kullanımının pek faydası olmaz. Doğru ilaç seçimi, uygun süre ve dozların kullanımı atakların tekrarlanmasını önler. Terapi yöntemleri de ataklara sebep olan duyguları ve düşünceleri inceleyerek krizleri uzun vadede azaltır veya tamamen ortadan kaldırır.

Ruh Sağlığınız İçin Yardım Alın

Ruh Sağlığınız İçin Yardım Alın Türk toplumunda psikiyatrist ve psikologlara gitme alışkanlığı bulunmadığına dikkat çekilerek, ruh sağlığı konusunda uzman kişilerden yardım almanın önemi vurgulandı. Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünden “10-14 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Haftası” dolayısıyla yapılan açıklamada, insanda ruh ve bedenin beraber çalışan iki oluşum olduğuna dikkat çekilerek, herhangi birinde meydana gelen hastalığın diğerinde de denge bozulmasına ve hastalıklara yol açtığı belirtildi. Bedensel hastalığın kişide ruhsal olarak üzüntü, keder, sıkıntı gibi olumsuz duygulara neden olduğu ve ruhsal sorunların da bir çok hastalığa zemin hazırladığı vurgulanan açıklamada, psikiyatride bu duruma “uyum bozukluğu” denildiği ve yaygın olarak görüldüğü kaydedildi. Açıklamada, Türkiye’de ruh sağlığı sorunlarının önemli yer tuttuğu ifade edilerek, kanser hastalarının yüzde 26’sında, 4 milyon şeker hastasının yüzde 27’sinde ve 1 milyon 200 bin kalp damar hastasının yüzde 20’sinde depresyon tespit edildiği vurgulandı. Türk toplumunda psikiyatrist ve psikologlara gitme alışkanlığı bulunmadığına işaret edilen açıklamada, ruh sağlığı konusunda uzman kişilere başvurma ve yardım almanın önemi vurgulandı. Sigara ve alkol kullanımının ruh sağlığına olumsuz etki yaptığına dikkat çekilen açıklamada, “Sigara ve alkol kullanımı yol açtığı bedensel zarar ve ölümlerin yanı sıra, kişilerin ruh sağlığına da büyük zarar veriyor. Bağımlılık yapma özelliği olan sigara ve alkol, kişi ve toplumlarda her açıdan kayıplara yol açıyor” denildi. Çocukların ruh sağlığına dikkat Sağlık Bakanlığından yapılan açıklamada, çocukların ruh sağlığının korunması konusunda ailelere önemli görevler düştüğü belirtilerek, şu uyarılarda bulunuldu: “Bu konuda özellikle anne ve babaların çok dikkatli olmaları gerekiyor. Aileler, çocuklarına kendi düşüncelerini ifade etme hakkı tanımalı, öz benlikleri ve güven duygularını geliştirmelerine katkıda bulunmalı. Onların doğru yaptıklarını ödüllendirmeli, başka çocuklarla kıyaslamadan uzak durmalı. Anne ve babalar, çocuklarına sosyal kuralları uygun bir şekilde öğretip, onlara bazı değerleri ergenlik çağında vermeli. Aileler çocuklarının ruh sağlığına özen göstermeli, onları örselemeden hassas davranışlar sergilemeli. Disiplin adına aşırılıklardan kaçınılması gerekir.” Okula yeni başlayan çocuklar için okulun sevdirilmesinin büyük önem taşıdığı vurgulanan açıklamada, bu konuda öğretmen ve ailelere önemli görevler düştüğü belirtildi. Açıklamada, çocukların okulu sevmelerinin büyük oranda okulda gördükleri davranış ve kendilerine gösterilen ilgi ile ilişkili olduğuna dikkat çekilerek, şunlar kaydedildi: “Öğretmenlerimiz bu konuda önemli bir rol üstleniyor. Anne ve babalarından günün önemli bir bölümünde ilk kez ayrılan ve okula yeni başlayan çocuklarımızın hatalarının hoşgörüyle karşılanıp başarılarının desteklenmesi önemli olacaktır. Çocuklarının okul ihtiyaçlarını karşılamakta güçlük çeken anne ve babalar, bu sıkıntılarını mümkün olduğunca çocuklarına yansıtmamalı. Onların ruh sağlığını çok olumsuz etkileyecek, kendilerini suçlu hissetmelerine yol açacak ve okul başarılarını düşürecek davranışlardan kaçınmalı.”
Referans: Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü KAYNAK: AA

Yiyecekler ve Kırışıklıklar Arasındaki İlişki

Yiyecekler ve Kırışıklıklar Arasındaki İlişki

Yiyeceklerin Gücü Araştırmacılar beslenme düzeninizin cilt yaşlanmasına etkileri üzerinde çalışmalara devam etmektedir. Son zamanlarda yapılan bir araştırma neticesinde, sebze, özellikle fasulye türü bitkiler, zeytinyağı, fındık ve besin değerli açısından zengin ekmekler tüketenlerin; kırmızı et, tereyağ ve şekerli yiyecekler tüketenlere oranla çok daha az kırışıklıklara sahip olduğunu belirledi. Uzmanlar A, C ve E vitaminleri ve zinc, selenyum gibi minerallerin cilt hücreleri tarafından üretilen potansiyel zarar verici serbest radikallerin sayısının artmasına engel olduğu hakkında ciddi şüphe duymaktalar. Bu antioksidan vitaminlerin cildin yaşlanmasına neden olan UV ışınlarına karşı koruduğu da bazı çalışmalar ışığında ortaya koymuştur. Başka bir çalışmada ise, karotenoid pigmentlerinden tüketen açık tenli kişilerin UV ışınlarına karşı ciltte oluşabilecek tahriş ve zararlara karşı daha çok koruma sağladıkları bilinmektedir ve böylece sağlıklı bir cilt rengini muhafaza edebilirler. Karotenoid açısından zengin yiyecekler yemek istiyorsanız size birkaç seçenek sunabiliriz. Karotenoidin bolca bulunduğu yiyecekler kayısı, havuç, tatlı patates, ıspanak, kantalup kavunu ve parlak yeşil, portakal rengine ve sarısı renge sahip diğer meyve ve sebzelerdir. Multivitamin katkıları cildinize yaşlanmaya karşı korunma konusunda yardımcı olurlar. Ek olarak günde 4-5 adet meyve veya sebze tüketmek, botanik antioksidanlar tüketmek ile aynı anlama geldiğinden cildinizi ultraviyole radyasyona karşı korumak ile aynı anlama gelmektedir. (RealAge)

Aşık Veysel Şatıroğlu

Dostlar beni hatırlasın

Ben giderim adım kalır.
Dostlar beni hatırlasın
Düğün olur bayram gelir.
Dostlar beni hatırlasın.

Can kafeste durmaz uçar
Dünya bir han, konan göçer
Ay dolanır yıllar geçer
Dostlar beni hatırlasın

Can bedenden ayrılacak
Tütmez baca, yanmaz ocak
Selam olsun kucak kucak
Dostlar beni hatırlasın...

Aşık Veysel, hayatini anlattığı bir şiirinde "Ücyüz-onda gelmiş idim cihana" diyor. Yıl 1894 oluyor hesapça. Sivas'a bağlı Şarkışla ilçesinin Sivrialan Köyünde dünyaya gelmiş. Anasi Gulizar, bir yaz günü koy dolaylarındaki Ayıpınar merasına koyun sağmaya gittiğinde; oracıkta bir yol üstünde doğurmuş Veysel'i. Göbeğini de kendi eliyle kesmiş. Yaman kadınmış Gülizar ana. Bebesini bir çaputa sarıp yürüye yürüye köye dönmüş. Babası Ahmet; bebenin adini Veysel koymuş. Yıllar geçmiş aradan büyümüş, konuşmuş, yürümüş Veysel çocuk. Böylece yedi yaşına varmış. O yıl bir çiçek hastalığı salgını olmuş Sivas'ta. Küçük Veysel de yakalanmış. Sol gözünde, cicegin beyi çıkmış kendi deyimiyle... Göz akıp gitmiş. Sağ gözüne de perde inmiş, önceleri. Yalnız ışığı seçebiliyormuş, bu gözüyle. Babasına "Çocuğu Akdağmadeni'ne götür, orada bu gözünü açacak bir doktor var." demişler. Sevinmiş Ahmet emmi. Gel gör ki talihsizlik yine yakasını bırakmamış Veysel'in. Bir gün inek sağarken babası yanına gelmiş. Veysel ansızın donuverince; yakında bulunan bir değneğin ucu öteki gözüne girivermiş. O göz de akıp gitmiş böylece. Veysel'in Ali adında bir ağabeysi ve Elif adında bir kız kardeşi varmış. Hepsi çok üzülmüşler Veysel'in kotu kaderine. Babası meraklı adammış. Halk ozanlarından şiirler okuyup ezberleterek avutmaya çalışmış oğlunu. Sivas'ın köyleri saz sairleriyle dolu. Onlar da ara sıra gelip Ahmet emminin evine uğrarlarmış. Veysel ilgiyle dinlermiş calip söylediklerini. Babası, oğlunun ilgisini görünce; bir saz alıp vermiş ona. İlk saz derslerini, babasının arkadaşı olan Çamşıh'lı Ali Ağa'dan almış. Ve gitgide, kendini iyice saza vermiş Veysel. Unlu Halk ozanlarının şiirlerini çalıp söylemiş bir zaman. Yirmibes yasındayken (1919) anası, babası Veysel'i Esma adında bir kızla evermişler ve kısa sure sonra ikisi de göçüp gitmiş bu dünyadan (1921). Acı üstüne acı gelmiş, ama bitmemiş talihin kotu oyunu. İkinci çocuğu on günlükken, anasının memesi ağzına tıkanarak ölmüş, ardından da karisi yanaşmalarıyla evden kaçmış. Bu olay çok koymuş Veysel'e. Daha dertli olmuş ve iyice içine kapanmış. Karisi koyup gittiğinde bir kızı varmış Veysel'in. Daha bir yasini bile bitirmemiş. İki yıl kucağında gezdirmiş Veysel, ne çare o da yaşamamış. Bu sıralar Veysel'i yeniden evermişler. Bu karisi çocuk vermiş Aşığa. Biri olmuş, iki oğlan, dört kız, altısı sağ. Onlar da 18 torun vermiş Veysel'e. Aşık Veysel, Cumhuriyetin Onuncu yıl dönümüne rastlayan 1933 yılına kadar, başka ozanların şiirlerini çalıp söylemiş. Kendi deyişlerini söylemekten utanır, çekinirmiş. O yıllarda sairlerimizden rahmetli Ahmet Kutsi Tecer tanımış Veysel'i. Onun ışık tutuculuğuyla Veysel'in şiirleri aydınlığa kavuşmuş. Veysel; şairliğinin gelişmesinde Tecer'in büyük yardımlarını gördüğünü söylerdi her zaman. Veysel'in gün ışığına çıkan ilk şiiri Gazi Mustafa Kemal Pasa için söylediği: "Türkiye'nin ihyası Hazreti Gazi" mısrasıyla başlayan şiirdir. Bundan sonra bütün yazdıklarını calip söyler olmuştu. 1933 yılına kadar, köyünden dışarı hemen hemen hiç çıkmadığı halde; bundan sonra bütün yurdu dolaşmış, yurdunun çeşitli şehirleriyle kasabalarını, köylerini yakından tanımıştır. Halk ozanlarından en çok Karacaoglan'i, Yunus'u, Emrah'i, Dertli'yi severdi. Çağımızın ozanlarından Ahmet Kutsi Tecer'in ayrı bir yeri vardı Veysel'de. Onun aracılığıyla Koy Enstitülerinde bir sure saz öğretmenliği de yapmıştı Veysel. Sırasıyla Arifiye, Hasanoğlan, Cifteler, Kastamonu, Yildizeli, Akpınar Koy Enstitülerinde bulunmuştu. 1952 yılında İstanbul'da büyük bir jübilesi yapılan Aşık Veysel'e 1965 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi, "Anadilimize ve Milli Birliğimize yaptığı hizmetlerden dolayı" özel bir kanunla vatani hizmet tertibinden aylık bağlamıştı. Veysel'in bir başka özelliği daha vardı; köyünde ve çevresinde ondan önce bir tek meyve ağacı olmadığı halde, Sivrialan'da ilk meyve bahçesini o yetiştirmişti. Hem öyle bir bahçe ki, içinde elmadan kayısıya, kirazdan cevize kadar turlu turlu meyve ve çiçek vardı. Veysel, kardeşlerinin yardımıyla bu bahçeyi yapmaya başladığı zaman köylüleri "Atalarımız bunca yıl böyle bir is yapmamışlar, su kor adam onlardan iyi mi bilecek ki böyle ise kalkıştı?" demişler. Birkaç yıl sonra ağaçlar yetişmiş, meyve vermiş. Köylüler önceki dediklerini hatırlayıp utanmışlar ve bu defa "O kor değilmiş, meğer kor olan bizmişiz diyerek Aşık Veysel'i kutlamışlar. iste böylesine uzağı gören bir insandı o... Yetmiş yıl karanlık bir dünyada yaşadı (ölümü 21 Mart 1973). Fakat karanlık gözlerindeydi yalnız, içi apaydınlıktı, şiirleri de öyle... Halk şiirimizin bu güçlü ozanı yarim yüzyılı aşkın bir sure yazdıklarıyla, calip söyledikleriyle çevresine ışıklar saçtı. Sanırım simdi de mezarında son uykusunu ışıklar içinde uyuyordur. Yalnız çağımızda yasayanlar değil, bizden çok sonra yasayacaklar da "Dostlar Beni Hatırlasın" şiirini unutmayacaklar ve her zaman rahmetle anacaklardır.
Sen Bir Ceylan Olsan Ben De Bir Avcı

Sen bir ceylan olsan ben de bir avcı
Avlansam çöllerde saz ile seni
Bulunmaz dermani yoktur ilacı
Vursam yaralasam söz ile seni

Kurulma sevdiğim güzelim deyin
Bağlanma karayı alları geyin
Ben bir çoban olsam sen de bir koyun
Seslesem elime tuz ile seni

Koyun olsan otlatirdim yaylada
Tellerini yoldurmazdim hoyrada
Balık olsan takla dönsen deryada
Düşürsem toruma bez ile seni

Veysel der ismini koymam dilimden
Ayrı dustum vatanımdan ilimden
Kuş olsan da kurtulmazdın elimden
Eğer görsem idi goz ile seni

Yaşlılık Psikolojisi

Yaşlılık Psikolojisi ile Yapılan Bilimsel Çalışmaların Tarihi Her bilim dalının gelişim süreci olduğu gibi yaşlılık dönemiyle ilgili araştırmaları konu alan gerontolojinin de başlangıcından günümüze kadar kronolojik anlamda tarihsel bir birikim süreci vardır. Bu makale, gerek gelişim ve din psikolojisi gerekse psikiyatri bilim dalı perpektifinde, özellikle Batıda yapılan gerontolojik çalışmaların tarihsel ve literal sürecini konu almaktadır. Yaşlılık psikolojisiyle ilgili yapılan bilimsel çalışmaların kronolojik tarihi ve literatürü muhtevalı bu makalede, öncelikle Batıda yapılan çalışmalar dönemsel olarak incelenmiş, daha sonra Türkiye’de yapılan çalışmalar aktarılmaya çalışılmıştır. Son olarak ise, konuyla ilgili araştırmaları ihtiva eden bazı yerli ve yabancı literatür, ulaşılabildiği kadarıyla aktarılmaya çalışılmıştır. ABSTRACT As every science has a developmental process gerontology, being interested in the researches related with the old age period, has a cronological developmental process from its beginning up to now. This article deals with historical and literal process of gerontological researches, especially in the West, in the perspetive of both psychiatry and developmental and religion psychology. In the article whose content is the cronological history and literature of researches releated with aging psychology, preeminently researches in the West and then those in Turkey were laboured to be mentioned. Lastly, some local and foreign literature containing the researches related to this subject were explained as far as it is reached. GİRİŞ Yaşlılıkla ilgili yapılan bilimsel çalışmalar, temelde yaşam süresinin uzatılmasına ilişkin olanaklar ve araçların araştırılması tarzında uzunca bir süre tıp biliminin yetki alanı içerisinde sürdürülmüştür. Bu sebepledir ki, dönemle ilgili ilk geliştirilen yaşlılık teorileri de genelde biyolojik ve fizyolojik tabanlı olmuştur. Bu geleneksel tutum nedeniyle bugün Batıda geliştirilen gerontoloji bilimi,1 daha ziyade tıp bilimine yardımcı bilim dalları arasında değerlendirilmektedir. Halbuki, bireyin davranış nedenlerinin hem biyolojik, hem psikolojik hem de sosyolojik kökenli olması * Uludağ Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Din Psikolojisi Bilim Dalı Doktora (Ph.D.) Öğrencisi, 1 Gerontoloji (Gerontology): Yaşlanma sürecini ve sorunlarını, psikoloji, psikiyatri, biyoloji, sosyoloji ve tıp gibi bir çok bilim dalıyla iletişim içinde inceleyen bilim dalıdır. ( BUDAK, Selçuk, Psikoloji Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara-2000, sh. 331) yaşlılık psikolojisi 290 ile ilgili gerontolojinin, disiplinlerarası karakterde çok boyutlu araştırmalar yapmasını gerektirmektedir. Bu bağlamda, disiplinlerarası tarzda sistematik olarak yaşlılık araştırmaları, ilk kez Harvard Üniversitesi’nde 1928’de Longitüdinal Araştırmalar Merkezi’nin kurulmasıyla başlamıştır. O tarihten bugüne kadar, yaşlılıkla ilgili pek çok ampirik çalışmalar yapılmasına rağmen, bir çok bilim dalı tarafından disiplinlerarası (interdisipliner) karakterde ortak olarak yapılan araştırmaların henüz yeterli düzeyde olmaması sebebiyle sözü edilen dönemle ilgili çalışmalar toplu halde değerlendirilememiştir. Ancak son dönemlerde Batıda disiplinlerarası araştırmaların sayılarında ciddi anlamda bir artışın olduğu söylenebilir.2 Öte yandan Türkiye’de ise gelişim psikolojisi perspektifinde yaşlılık dönemini psikolojik açıdan ele alan çalışmaların tarihinin Batıya göre oldukça yeni ve literatürünün ise son derece sınırlı olduğu görülmektedir. Bu anlamda Türkiye’de gelişim dönemleri itibariyle en çok çalışılan dönem, çocukluk ve ergenlik dönemidir.3 Dolayısıyla konuyla ilgili bilimsel araştırmalar, henüz literatür oluşturacak seviyeye gelmemiştir. Bu bağlamda makale, Türkiye’de yaşlılıkla ilgili çalışma yapacak araştırmacılara kronolojik ve literal açıdan dönemle ilgili yapılan çalışmaların tarihini ve literatürünü tanıtmak amacıyla kaleme alınmıştır. A) YAŞLILIK DÖNEMİ İLE İLGİLİ BATIDA YAPILAN PSİKOLOJİK ÇALIŞMALARIN TARİHÇESİ a) Bilimsel Çalışmalardan Önceki Dönem Bu dönem, milattan önceki zaman dilimini de kapsamaktadır. Söz konusu dönemle ilgili verilen bilgiler, daha ziyade tarihte bilimsel birikimleriyle ün yapmış toplumların yetiştirdiği düşünürlerin verdikleri bilgilerle sınırlıdır.4 Yaşlıların tecrübe birikimleri sebebiyle eski Yunanlılarda onlara, her zaman saygı gösterilmiştir. Ünlü tarihçi Homer, eserlerinde özellikle yaşlıların yetenek ve tecrübelerinden gençlerin istifade etmeye hazır olduklarını ifade etmiştir. Öte yandan ünlü filozof Eflatun da (M.Ö. 427-347), “Politeia” isimli eserinde, özellikle yaşlılık döneminin bireysel yönüne vurgu yapmış ve bu dönemdeki yaşam biçiminin gençlik ve yetişkinlik döneminde biçimlenip belirlendiğini ileri sürmüştür. Aristoteles ise (M.Ö. 384-322), “Rhetorik” isimli yapıtında (Kitap II, XII, XIII, XIV, 3), daha menfi bir durumun varlığından söz ederek yaşlıların kavgacı olduğundan bahsetmiş ve merhameti, bir zayıflık olarak anlatmıştır. Aristoteles, “De Generatione Animaliom” isimli yazısında, “hastalığı zamansız gelen yaşlılık, yaşlılığı ise doğal bir hastalık” şeklinde tanımlamıştır. Romalılarca yaşlılık yaşının 61 olarak kabul edildiği dönemde yaşayan ünlü düşünür Çiçero (M.Ö. 106-43) da, “Cato Major de Senectute” isimli yazısında, yaşlıların ileriki yaşlarda zihinsel kapasitelerinde ortaya çıkan değişimlere ilişkin bilgiler vermiş ve Roma ile Yunan tarihinden alınan örneklerle, yaşlıların devlet yönetimi ile sanat ve bilim dallarındaki başarılı performanslarına değinmiştir.5 2 LEHR, Ursula, Yaşlanmanın Psikolojisi, (Psychologie des Alterns), (Çev. Neylan ERYAR), Bilimsel ve Teknik Yayınları Çeviri Vakfı, İstanbul-1994, sh. 11-13 3 Krş. BİLGİN, Nuri, Başlangıcından Günümüze Türk Psikoloji Bibliyografyası, Ege Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, İzmir-1988, sh. 79-110 4 Bu bölümdeki bilgiler Ursula LEHR’in “Yaşlanmanın Psikolojisi” adlı eserinden alınmıştır. 5 LEHR, Yaşlanmanın Psikolojisi, sh. 15-18 mustafa koç 291 Tarihsel süreç itibariyle 16. yy.’dan bu yana bakıldığında ise, bireyin tüm yaşam sürecinin yedi dönemden oluştuğunu kabul eden Shakespeare (1564-1616), bu dönemlerin yaşlılığı ifade eden son iki aşamasını, “Nasıl Hoşunuza Giderse” isimli şiirinde, fiziksel yapının değişmesi ve bedensel özürlerin ortaya çıkmasının yanında, davranış ve algılamalardaki değişikliklerin baş gösterdiği ve özellikle zihinsel fonksiyonların zayıfladığı bir dönem olarak değerlendirmiştir. Öte yandan Schopenhauer (1788-1860) de, yaşlılık dönemindeki bedensel gelişime ilişkin olarak; genellikle gençliğin yaşamın mutlu dönemi, yaşlılığın ise mutsuz bir dönemi olarak bilindiğini, oysa bu tutkuların, bireyi mutlu edebildikleri sürece geçerli olduğunu, dolayısıyla gençliği bir yerden bir yere sürükleyen tutkuların, mutluluktan çok acı verdiklerini; huzurun ise, sakin bir dönem olan yaşlılığa kaldığını, çünkü bu dönemde gerçeği görmeyi sağlayan tecrübelerin daha yoğun olduğunu ifade etmiştir. Alman düşünürü Goethe’ye göre (1749-1832) ise yaşlılık, deneyim ve tecrübelerin zirveye ulaştığı bir dönem olarak kabul edilebilir. Goethe, yaşlılığın olumsuz bir dönem olarak anlaşılmasına karşı çıkmıştır. “İlkeler ve Düşünceler” isimli yazısında bireyin bu döneme uyumu için öğütler vermiş ve onu bu dönemde aktif olması yönünde cesaretlendirmiştir.6 b) Yaşlılık Psikolojisi Üzerine Yapılan Bilimsel Çalışmaların Başlama Dönemi Birren, “Brief History of The Psychology of Aging / Yaşlanma Psikolojisinin Kısa Tarihçesi” isimli çalışmasında, bu dönemle ilgili yapılan araştırmaların tarihçesini üç bölüme ayırmıştır. O, 1835 ile 1918 yılları arasında yapılan çalışmaları başlangıç dönemi; bu dönemle İkinci Dünya Savaşı arasındaki dönemi, sistematik araştırma dönemi ve bu dönemden sonra bu güne kadar olan dönemi ise genişleme dönemi olarak değerlendirmiştir.7 Bu dönem içerisinde değerlendirilen önemli araştırmacılardan ilki Quetelet (1796-1874)dir. Gent Üniversitesi’nde matematik dalında doktora yapan Quetelet, yaşları 5 ile 60 arasında farklılaşan 400’den fazla erkek ve kadınların fiziksel büyümeleri ile el büyümeleri arasındaki bağlantıyı araştırmıştır. Onun yaşlılık hakkında yaptığı incelemelerin önemi, özellikle bireysel belirlemelerin yanlış bir tarzda genelleştirilmesine karşı çıkması ve her türlü kazuistik yönteme karşı olmasından kaynaklanmaktadır. Birren, Quetelet’in bu girişimini, gelişme ve yaşlılık psikolojisinin başlangıcı olarak yorumlamıştır.8 Yine bu dönem içerisinde değerlendirilen Quetelet’den etkilenen Galton (1832-1911) ise, organizmada yaşlılık döneminde ortaya çıkan değişimleri tespit etmeye ve psiko-motor sahadaki algılama süreçlerinde ve ileri düzeydeki zihinsel süreçlerde belirlenebilecek olan değişimleri ve arasındaki ilişkiyi tespit etmeye çalışmıştır. Bu türden karşılaştırmalı araştırmaların, yaşam süresinin gelişim ve değişim hızının belirlenmesi açısından oldukça önemli olduğunu vurgulamıştır. Bu 6 LEHR, a.g.e., sh. 19-21 7 BIRREN James E., A Brief History of The Psychology of Aging, The Gerontologist, 1961, Vol.1/2, sh. 69-77 8 BIRREN, A Brief History of The Psychology of Aging, sh.70 yaşlılık psikolojisi 292 ile ilgili anlamda Galton, disiplinler arası dikey kesit araştırmalarının ilk temsilcisi kabul edilebilir.9 c) Yaşlılıkla İlgili Sistemli Olarak Yapılan Araştırmaların Başlama Dönemi Yaşlılık konusundaki araştırma tarihinin önemli dönemlerinden biri de, sistematik araştırmaların başlangıç dönemidir. Bu dönem içinde zikredebilecek önemli araştırmacılardan biri Stanley Hall (1844-1924)dir. Hall, 1904 yılında “Ergenlik Dönemi” konulu bir eser yazmış ve 1922’de 70’li yaşlarında ise “Yaşamın Son Yarısı” isimli eserini yayımlamıştır. Hall’ın bu eseri, ABD’de yaşlanmayla ilgili araştırmalar kapsamında yayınlanan ve psikoloji alanına giren ilk eser olması bakımından önemlidir. Bir psikolog olarak Hall, eserinde; yaşlı bireylerin psişik durumlarının büyük bir anlam taşıdığını, yaşlılığın da ergenlik dönemi gibi kendine özgü duyguları, düşünceleri ve isteklerinin, diğer bir deyişle psikolojisinin var olduğunu, bunların denetiminin bedeninki kadar önemli olduğunu ve bu dönemde bireylerarası farkların gençlik döneminden daha fazla olmasının kuvvetli bir ihtimal olduğunu ifade etmiştir.10 Gerek ABD’de, gerekse İngiltere’de konuyla ilgili daha sonra yapılan incelemelerin çoğu ampirik tarzda olup yaşlılık dönemi, erişkinlik döneminden itibaren başlayan bir gelişim süreci olarak kabul edilmiştir. Bunun için “ileri yaş” ve “senescense (yaşlılık)” deyimlerinin yerine “yaş” ve “yaşlanma” ifadeleri kullanılmaya başlanmıştır. Yaşlılık konusundaki araştırmalar açısından önem arz eden bir başka tarih de 1928 yılıdır. Bu yılda, Stanford Üniversitesi / Kaliforniya’da Miles tarafından yaşlılık döneminin problemlerini incelemek ve araştırmak üzere ilk defa büyük bir enstitü kurulmuştur. Bunun yanı sıra bilimsel literatürde “Gerontoloji” terimini ilk defa 1929’da, Rus araştırmacı N.A. Rybnıkov kullanmıştır. Ona göre, yaşlılık dönemindeki davranışları araştıran bir bilim dalı olan gerontoloji, davranış bilimlerinin özel bir alanı olarak kabul edilmelidir. Bu bilim dalının amacı ise, yaşlanmanın nedenlerinin ve koşullarının araştırılması, aynı zamanda yaşla ilgili olan ve düzenli bir ilerleme gösteren davranış değişimlerinin incelenmesi ve titizlikle tanımlanmasıdır.11 Yaşlılık adına yapılan araştırmaların Almanya’daki kilometre taşlarından biri olan Gruhle’nin, “Yaşlanma Araştırmaları” dergisinin (1938) I.cildinde önemli bir çalışması yayımlanmıştır. “Ruhsal Yaşlanma” ismini taşıyan yazısında; farklı koşullara uyum sağlamanın ve yeni bellek kapasitesine alışmanın güçlüğü, unutkanlık, inatçılık ve ayrıca yaşlı bireylerde iritabilitenin artması gibi tipik yaşlanma sürecini tasvir eden fenomenlerle ilgili görüşleri yer almıştır. Bu tarihsel gelişim dönemiyle ilgili son olarak belirtilmesi gereken en önemli husus, yapılan araştırmaların büyük çoğunluğunun psikiyatrlar tarafından kaleme alınmış olmasıdır.12 9 BIRREN, a.g.m., sh. 71 10 HALL, Stanley, Senescence The Last Half of Life, New York-1922, sh. 100 11 STREIB, G.F.& ORBACH, H.L., Aging; (In. P. LAZARSFELD et all. (Eds.), The Uses of Sociology, Basic Books, New York-1967, sh. 616 12 LEHR, Yaşlanmanın Psikolojisi, sh. 30 mustafa koç 293 d) Konuyla İlgili Yapılan Araştırmalarda Gerontoloji Derneklerinin Kuruluş ve Gelişme Dönemi Yaşlılık konusundaki araştırmaların tarihsel gelişiminde önemli yeri olan bir diğer dönem gerontoloji derneklerinin kuruluş ve gelişme dönemidir. Bu dönemde ilk olarak, 1939’da Cowdry’ın yalnızca tıbbi açıdan ele aldığı “Yaşlanmanın Sorunları” isimli eseri yayımlanmıştır.13 Aynı dönemde (1939) Macy Vakfı’nın ekonomik katkısıyla ABD’de “Yaşlanma Araştırmaları Derneği” kurulmuştur. Dernek bilimsel faaliyetlerine devam etmiş, yılda iki defa gerontoloji alanında konferanslar vererek araştırmaların devamını ve tartışılmasını sağlamıştır. Yine bu dönemde U.S.Public Health Service (Amerikan Sağlığı Dairesi)nin katkılarıyla açılan bir başka kurum ise, “National Advisory Committee (Ulusal Danışma Komitesi), Gerontoloji Bölümü”dür. Bu bölümün sekreterliğini E. Stieghtz yapmıştır. 1941’de sekreterliğe atanan N. Shock ise, konunun hem fizyolojik hem de psikolojik açıdan incelenmesine ağırlık vermiştir.14 Bu dönemde örnek olarak verilen bu kurumlardan başka Batıda, daha birçok sayıda yaşlılarla ilgili bilimsel faaliyetler yapan dernekler kurulmuştur.15 e) İkinci Dünya Savaşı’ndan Sonra Yapılan Bilimsel Çalışmalar Dönemi Yaşlılık üzerinde yapılan çalışmaların son halkasını da bu sözü edilen dönem oluşturmaktadır. 1946 yılında Nuffield Vakfı tarafından Cambridge Üniversitesi’nde oluşturulan bir araştırma grubu, 6 yıl boyunca, öncelikle ileri yaşlardaki ücretlilerin bedensel ve zihinsel kapasitesine ilişkin sorunlar üzerinde durmuş ve bu yaş grubu kapsamında bulunanlar arasında büyük bireysel farklar olduğu sonucuna vararak, “fonksiyonel yaş” kavramı üzerindeki tartışmaları başlatmıştır.16 Yine 1946’da N. Shock, Bethesda’da (Maryland) National Institute of Health (Ulusal Sağlık Enstitüsü) bünyesinde gerontoloji alanında çalışacak bir birim kurmuştur. Bu gruba, 1957’de J.E. Birren katılmış ve 5 yıl sonra National Institute of Mental Health (Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü)deki “Yaşlanma” bölümünün yönetimini devralmıştır. Shock ve Birren’in çalışmalarının, genel anlamda gerontolojinin, özellikle psiko-gerontolojinin gelişmesine büyük katkıları olmuştur. “National Institute of Health” bünyesinde kurulan çalışma biriminde 1980’den sonra Baltimore’da Shock’un yönetiminde kurulan National Institute (Ulusal Enstitü)’de geronto-biyoloji, fizyoloji, nöroloji, kognisyon ve kişilik psikolojisi dallarının temsilcileri birlikte çalışmalarını sürdürmüştür. Üzerinde çalışılan çok sayıdaki proje arasında, normal yaşlanma sürecine ilişkin 50’li yıllarda yapılmaya başlanmış olan Baltimore dikey kesit çalışmasının sonuçlarını şu şekilde özetlemek mümkündür: Son 20 yıl içinde gerontologların büyük bir bölümü, global bir yaşlanma kavramından son derece sınırlı olarak yararlanılabildiğini saptamışlardır. Araştırmalar, yaşlanmanın homojen veya tek bir nedene bağlı bir süreç olarak yorumlanmaması gerektiğini, karşılıklı olarak birbirini etkileyen biyolojik süreçleri, psikolojik etkenleri, sosyal ve ekolojik verileri ve 13 Ayrıca bkz. COWDRY, E. (Ed.), Problems of Aging, Williams and Wilkins, Baltimore-1939 14 BIRREN, A Brief History of The Psychology of Aging, sh. 76 15 LEHR, Yaşlanmanın Psikolojisi., sh. 32-35 16 Ayrıca krş. WELFORD, A.T., Aging and Human Skill, Oxford Press, London-1958 yaşlılık psikolojisi 294 ile ilgili bireylerin sağlık durumlarına bağlı olarak değişen kendilerine özgü davranış biçimlerini ve etkisi altında kaldıkları baskıları incelemenin zorunlu olduğunu göstermiştir. Bugün bu olgu, artık tek bir mekanizmanın değil, bazıları birbirlerinden bağımsız, bazıları da birbiriyle uyumlu olarak, bireylerde yaşlanma şeklinde tanımlanan değişimlere yol açan çok sayıdaki sürecin sonucu olduğu kabul edilmektedir.17 Birren, 70’li yıllarda Güney Kaliforniya’da, özel bir vakıfça desteklenen E.P. Andrus Gerontoloji Enstitüsü’nü kurmuş ve bu enstitüden K.W.Schaie (1983), 10 yıl önce Seattle’a bağlanmış olan orta ve ileri yaşlardaki biliş (kognisyon) ve kişilik gelişmeleri üzerinde yapılan “dikey kesit” ve “aynı yıl doğanlar” çalışmalarını sürdürmüştür. Schaie, daha sonra 60’lı yıllardan beri psiko-gerontoloji alanında zengin araştırma ve uzmanlık olanakları mevcut olan Pensilvanya Üniversitesi’ne geri dönmüştür. E.P. Andrus Gerontoloji Enstitüsü’nden olan V.L.Bengston da sosyoloji ve sosyo-psikolojinin ortak alanında yaptığı çalışmalarla “theory of modernization/ modernizasyon kuramları”nın temsilcilerinden biri olarak tanınmış ve çalışmalarında özellikle kuşaklar arasındaki ilişkiler üzerinde yoğunlaşmıştır.18 Duke Üniversitesi bünyesinde bulunan ve “Council of Aging / Yaşlanma Konseyi” kökenli bir kuruluş olan “Center for The Study of Aging and Human Development / İnsan Gelişmesi ve Yaşlılık Çalışmaları Merkezi”nin kurucusu ve uzun yıllar başkanlığını yapmış olan psikiyatr E.W.Busse, yaptığı çalışmalarda,19 öncelikle merkezi sinir sisteminin yaşlanmasını ele almıştır. Ancak, merkezi sinir sisteminin diğer organ sistemleriyle, davranışlarla ve bilişsel (kognitif) ve sosyal etkenlerle karşılıklı etkileşiminin araştırılması gereği de baştan beri kabul edilen bir durumdu. “Duke Longitudinal Studies of Normal Aging / Normal Yaşlanma Süreci Üzerinde Yapılan Duke Dikey Kesit Çalışmaları Merkezi”nin temel çalışmalarından birincisi 1955’de, ikincisi ise 1968 yılında başlatılmıştır. Bu çalışmalara immünologlar,20 kardiyologlar, nörologlar, psikiyatrlar, psiko-fizyologlar, kognitif ve klinik psikologlar, sosyologlar ve mediko-sosyal uzmanları katılmış olup halen çalışmalarını sürdürmektedirler. Baltimore çalışmalarında olduğu gibi,21 Duke çalışmalarında da, yaşlanma sürecinin bireyler arasında büyük ölçüde değişkenlik gösterdiği saptanmıştır. Bir erişkinin yaşının 65,70 veya 75 olduğunu bilmenin, onun sağlık koşulları ve fonksiyonel durumu, entelektüel kapasitesi, sosyal bütünleşmesi ve sosyal çevresindeki değişimlere başarılı bir şekilde uyum sağlaması hakkında fikir vermesi bakımından yetersiz bir gösterge olduğu tespit edilmiştir.22 Öte yandan, dünyada yapılmış olan dikey kesit araştırmalarına ilişkin ilk toplu bilgi Deeg tarafından derlenmiştir.23 Bunun yanı sıra 1950’li yıllarda Avrupa’da da bazı araştırma kurumlarının bir kısmı psiko-gerontoloji alanında araştırma yapan enstitülere dönüşmüşlerdir. Bu bağlamda Paris’te bulunan Ulusal Araştırma 17 SHOCK. N.W. ve ark., Normal Human Aging: The Baltimare Langitudinal Study of Aging, US. Goverment Printing Office, Washington-1984, sh. 207 18 LEHR, Yaşlanmanın Psikolojisi., sh. 36-37 19 Yaptığı çalışmalarla ilgili bkz. BUSSE, E.W.& MADDOX, G., (Eds.), The Duke Longitudinal Studies On Normal Aging-1955-1980, Springer Publ., New York-1986 20 İmmünolog: İnsan vücudunun savunma sistemi ve bu sistemin bozuklukları ile ilgilenen tıbbî kökenli bir meslek grubudur. 21 Krş. SHOCK ve ark., Normal Human Aging, sh. 207 22 BUSSE ve ark., The Duke Langitudinal Studies, sh. 138 23 Ayrıntılı bilgi için DEEG, D.J.H., Experiences F rom Longitudinal Studies of Aging, Nijmegen: Netherlands Istitute of Gerontology mustafa koç 295 Enstitüsü, S. Pacaud yönetiminde (1963) Fransız endüstri işçileri üzerinde reaksiyon hızı ve diğer psiko-motor işlevlerini belirlemeye yönelik araştırmalar yapmaya başlamıştır. Ayrıca erişkinlerde zeka ölçümünde uygulanan Wechsler-Bellevue testlerinin Almanya’da standartlaştırılmasıyla ilgili olarak C.Bondy, Hamburg’da çok sayıda gerontoloji araştırmasını başlatmış ve daha sonra bunlar Riegel tarafından yürütülerek, kullanılan yöntemlerde önemli gelişmeler sağlanmıştır.24 Klinik psikolog Calon, Nijmegen (Hollanda)de gerçekleştirdiği çalışmalarla yaşlanmanın psikolojisi konusuna önemli katkılarda bulunmuştur. Sonluluğu kabullenme sorununu konu alan ilk çalışmalardan biri de Munnichs tarafından bu enstitüde yapılmıştır. 60’lı yıllarda burada kurulan Sosyal Gerontoloji Enstitüsü’nün aktivitelerinden bir bölümü daha sonra Nijmegen Üniversitesi Sosyal Gerontoloji bölümüne aktarılmıştır. Burada da psiko-gerontolojik araştırmalar, konuyla ilgili yapılan araştırmaların ağırlık noktasını oluşturmuştur.25 B) YAŞLILIK DÖNEMİ İLE İLGİLİ TÜRKİYE’DE YAPILAN PSİKOLOJİK ÇALIŞMALARIN TARİHÇESİ Tüm eksiklik ve aksaklıklarını kabul etmekle birlikte Türkiye’de yaşlılık psikolojisi üzerine yapılan çalışmaların temelde tıp alanı içerisinde psikiyatri; psikoloji alanı içerisinde ise gelişim ve din psikolojisi eksenli yapıldığı söylenebilir. Tespit edilebildiği kadarıyla Türkiye’de bugün itibariyle yaşlılıkla ilgili iki temel çalışma yapılmıştır. Bunlar kronolojik olarak çok eski değildir. Bunlardan ilki gelişim psikolojisi eksenli Onur (1986) tarafından kaleme alınan “Gelişim Psikolojisi -Yetişkinlik, Yaşlılık, Ölüm-” adlı eserdir.26 Diğeri de tıp alanında psikiyatri eksenli Örnek ve arkadaşları (1992) tarafından kaleme alınan “Geriatrik Psikiyatri” adlı eserdir. Ayrıca editörlüğünü Özaydın’ın yaptığı “Psikiyatri” adlı eserde de yaşlılık döneminde görülen psikolojik rahatsızlıklara ilişkin bilgiler yer almaktadır.27 Esas itibariyle Türkiye’de yaşlılıkla ilgili yapılan ilk bilimsel çalışma tespit edilebildiği kadarıyla alan araştırması niteliğindeki Taplamacıoğlu (1962) tarafından din sosyolojisi eksenli yapılan "Yaşlara Göre Dinî Yaşayışın Şiddet ve Kesafeti Üzerine Bir Araştırma" adlı çalışmadır. Bu çalışma, sadece yaşlılık dönemine ilişkin bir çalışma olmayıp bireyin diğer gelişim dönemlerini kapsayan bir çalışmadır. Ancak içerisinde yaşlılık dönemine ait bulgular da mevcuttur. Daha sonra din psikolojisi eksenli Özbaydar tarafından kaleme alınan ve 1970 yılında basılan “Din ve Tanrı İnancının Gelişmesi Üzerine Bir Araştırma”adlı çalışma da yine aynı mahiyette olup literatüre geçen çalışmalar arasındadır. Öte yandan yine konuyla ilgili Türkiye için eski sayılabilecek derleme tarzında makaleler de yayımlanmıştır. Bunlardan ilki, Öktem (1959) tarafından “Emeklilik ve Yaşlılık Psikolojisi”, isimli kısa bir makaledir. Bunun yanında yine aynı 24 RIEGEL, K., History of Psychological Gerontology, In J.E. BIRREN & W.K. SCHAIE (Eds.), Handbook of the Psychology of Aging, New York-1977, sh. 70-102 25 MUNNCHS, J. M. A. & DIESFELDT, H.F.A., Psychology of Aging: An Overwiew of Research In The Netherlands. Tijdschrift Voor Gerontologie en Geriatrie-1987, 18, sh. 117-129 26 Bu bölümde isimleri zikredilen eserlerin bibliyografik bilgileri bir sonraki bölümün bilimsel çalışmalar listesinde yer almaktadır (M.K.). 27 ÖZAYDIN, Selim, Psikiyatri, İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi Yayınları, İstanbul-1984, sh. 270- 291 yaşlılık psikolojisi 296 ile ilgili muhtevayla Özgü (1971) tarafından “Emeklilik Psikolojisi” isimli bir makale daha yayımlanmıştır. Son dönem itibariyle özellikle 1990’lı yıllardan sonra yaşlılık dönemiyle ilgili bilimsel çalışmaların, üniversitelerde yüksek lisans ve doktora tez çalışmaları şeklinde -yeterli olmasa da- eskiye göre daha fazla ivme kazanarak devam ettiğini söylemek mümkündür.28 Bölümün başında da belirtildiği gibi, dönemle ilgili yapılan çalışma alanlarından biri de din psikolojisi alanıdır. Bu alanda Özbaydar’ın çalışmasının dışında, Hökelekli (1993), Peker (1993), Armaner (1980) ve Şentürk (1997) tarafından kaleme alınan Din Psikolojisi adlı eserlerin “Gelişim Dönemleri ve Din” ana başlıklarında, alt bölüm olarak kısa da olsa değinilmiştir.29 Din Psikolojisi alanında müstakil çalışma olarak şu ana kadar yüksek lisans ve doktora çalışmasına rastlanmamıştır. Ancak Koç (1999) tarafından “Yaşlılık Döneminde Ölüm Düşüncesi ve Ahiret İnancı” isimli ampirik bir çalışma yapılmıştır. Makale olarak ise, Şentürk (1995) tarafından "Yaşlılık (60...)" isimli bir makale ve yine Koç (2000,2001,2002) tarafından ise gelişim ve din psikolojisi eksenli yaşlılık psikolojisiyle ilgili çeşitli makaleler yayımlanmıştır. Türkiye’de yaşlılık dönemiyle ilgili yapılan çalışmaların tarihsel süreci açısından tercüme faaliyetleri de önemli bir yer tutmaktadır. Yaşlılık dönemini psikolojik perspektiften ele alan bazı çalışmaların sınırlı sayıda da olsa tercüme yoluyla Türk psikoloji literatürüne kazandırılmaya çalışıldığı söylenebilir. Bu bağlamda tespit edilebildiği kadarıyla yaşlılıkla ilgili en eski tercüme O. ve E. Canberk (1970) tarafından Simone de Beauvoır’ın “Yaşlılık-I-II” adlı eseri üzerine yapılmıştır. Yine eskilerden bir diğer tercüme de Şahin (1978) tarafından Himot’un “Yaşlılık Sorunlarına Bir Bakış” adlı kısa bir makalesinin tercümesidir. Bu makale Psikoloji Dergisi’nin ilk sayılarından birinde yayımlanmıştır. Bunların dışında yaşlılıkla ilgili en ciddi ve geniş kapsamlı çeviri Eryar (1994) tarafından yapılan, orijinali almanca olan Ursula Lehr’in “Yaşlanmanın Psikolojisi / Psychologie des Alterns” adlı eserinin tercümesidir. Bu eser, bugüne kadar Batıda yapılan yaşlılık psikolojisi araştırmalarının özetlerini de ihtiva etmesi bakımından önemli bir çalışmadır. Buraya kadar yaşlılıkla ilgili Batıda ve Türkiye’de yapılan bilimsel çalışmalar kısaca kronolojik açıdan ifade edilmeye çalışılmıştır. Görüldüğü gibi Batıda, yaşlılıkla ilgili çalışmaların başlama tarihi Türkiye’den daha eski olduğu için Batının bugün geldiği nokta, Türkiye’ye göre kıyas kabul etmeyecek derecede ileri bir seviyededir. C) YAŞLILIK PSİKOLOJİSİ İLE İLGİLİ ARAŞTIRMALARI İHTİVA EDEN YERLİ VE YABANCI LİTERATÜRDEN BAZILARI Bir bilim dalını tanımanın en doğru yöntemlerinden birisi, bu bilim dalında yapılan akademik çalışmaların literal açıdan bilinmesidir. Bibliyografik çalışmalar, 28 Konuyla ilgili tezlere ilişkin bilgi için bir sonraki bölüme bkz. 29 HÖKELEKLİ, Hayati, Din Psikolojisi, TDV Yayınları, Ankara-1993, sh. 281-286; PEKER, Hüseyin, Din Psikolojisi, Sönmez Matbaası, Samsun-1993, sh. 101-110; ARMANER, Neda, Din Psikolojisine Giriş-I, Ayyıldız Matbaası, Ankara-1980, sh. 111-141; ŞENTÜRK, Habil, Din Psikolojisi, Esra Yayınları, İstanbul- 1997, sh. 123-130 mustafa koç 297 bilim dünyasında bu açıdan oldukça önemli bir yer tutmaktadırlar. Bu bağlamda bibliyografyalar, bilimsel verilerin bir anlamda kimlik kartları olduğu gibi ilgili bilim dalına ulaşmayı sağlayan birer araçtırlar veya bir diğer ifadeyle bilimsel katalogdurlar. Aynı zamanda literal çalışmalar sürekli olarak yenilenmeye muhtaç bir konumdadırlar. Literatür çalışmalarının gerek tarihte gerekse bugün önemli bir yeri vardır. Türkiye’de yapılan psikoloji çalışmalarını kapsayan en önemli çalışma, tespit edilebildiği kadarıyla Bilgin tarafından yapılan “Başlangıçtan Günümüze Türk Psikoloji Bibliyografyası”dır. Psikoloji alanındaki literal çalışmalara az da olsa bir katkı sağlamak amacıyla makalenin bu bölümü, yaşlılık psikolojisiyle ilgili kısa bir bibliyografya çalışması niteliğindedir. Bu tarz çalışmalar zamanla artabilir dolayısıyla genişletilebilir bir niteliktedir. Burada, ulaşılabildiği kadarıyla yaşlılık psikolojisiyle ilgili Batıda ve Türkiye’de yapılan daha ziyade psikolojik muhtevalı bilimsel araştırmaları içeren yerli ve yabancı kaynaklar zikredilmeye çalışılmıştır. Bu bölümde zikredilen çalışmalar, tür olarak (kitap, tez, makale) bir ayrıma tabi tutulmadan, yazarlarının soyadlarına göre alfabetik olarak liste tarzında verilmiştir. Mustafa KOÇ ∗ http://www.donusumkonagi.net/makale.asp?id=5347&baslik=yaslilik_psikolojisi_ile_yapilan_bilimsel_calismalarin_tarihi&i=yaslanma_psikolojisi

Greyfut Suyu

Greyfurt suyu içerken dikkat !
Merhaba,Mutlaka aklinizda bilmeniz gereken bir olaydan bahsedecegim. Bundan Yaklasik 1.5 yıl önce esim çok ciddi bir bas dönmesi yasadi.Aylarca sürdü. Bas dönmesi o kadar kötüydüki oturdugu yerden yere düsüyor. Tv ile izleyemiyor hicbir seyi okuyamıyor. Tekbasina yürüyemiyordu.Hatta uyukusunda bile yataktan düşebiliyordu. Ruyasinda bile başının döndüğünu söyledi. Bu baş dönmeleri sonucunda da sürekli kusuyordu.Bir sürü farklı doktor gezmemize rağmen care bulamadilar. Tüm doktorlar klasik 1-2 bas dönmesi ilacı verdi o kadar. Ama hicbiri care olamadı.Sorun 2-3 ay sonra baş dönmesi geçerek tekrar eski haline geldi.Sonra cok araştırdım. Neden boyle olmuştu ?. Sonra bunu bulmayı başardim arkadaslar. (google sagolsun)Problem GREYFURT idi. Eşim hasta olmadan 1 hafta once cok agir grip olmus ve doktor bir sürü ilaç yazmıstı yaninda da Greyfurt suyu içmişti C vitamini takviyesi diye.Grip geçtikten sonra da bu baş dönmeleri başlamıştı. GREYFURT içilen ilaclarin karaciğerde parçalanıp atilmasini engelleyen dünyadaki tek meyveymiş. Böylece greyfurt ile ilac alıyorsanız ve ilaça 1 hafta boyunca devam ederseniz tüm ilaçlar sanki bir kere de yutulmus gibi vücütta duruyormuş. Bu ilaçların türüne göre ölümler bile olabilmekteymiş.Biz Baş dönmesi ile kurtardık. Sizlere de bu uyariyi yazmak istedim. Bir kaç yerde bununla ilgili mesajlar görmeye başladım ama çoğu insan hala bilmiyor.Lütfen ilaç kullanırken GREYFURT yemeyiniz veya suyunu içmeyiniz. Bu emaili arkadaslariniza gönderirseniz, insanlarin biliçlenmesini sağlamıs olursunuz. Saygılarımla

19 Şubat 2008 Salı

İnsanların yüzlerini okuyun

Bu hafta sizlere ilk başta falmış gibi gözükse de aslında hiç alakası olmayan çok etkili bir insan tanıma sanatından bahsetmek istiyorum. Her gün çeşit çeşit insanla karşılaşıyoruz.Bazıları ile hayatlarımızın bazı noktaları kesişiyor ve onlarla beraber adımlar atmamız gerekiyor. Bu noktada önemli olan tek şey ise attığımız adımın veya karşımızdaki insanın ne kadar doğru olduğudur. Bunu yüzde yüz anlamak elbette mümkün değildir. Ama zamanla, tecrübeyle, birkaç ipucu ile nasıl bir karakter ile karşı karşıya olduğumuzu anlayabilir, daha doğru iletişim kurmak için çabalayabiliriz. Yüz okuma sanatı çok eski yıllara dayanan aslında felsefesi olan bir beceridir. Hatta çeşitlendirilmiş hallerini bazı büyük iş adamları tavsiye etmiş, satış seminerlerinde bile vücut dilini okuma adı altında kullanılmıştır. Fakat bizim bahsettiğimiz yüz ifadelerini okumak değil, yüz şeklinden ortaya çıkabilecek bazı anlamlardır.
Aşağıda bu konu ile ilgili listeler okuyacaksınız. Uygulandığı zaman eğlenceli, oldukça şaşırtıcı sonuçlar çıkabiliyor.
Yüz şekli:
Yuvarlak: Su grubu burçlarında daha çok görülen yuvarlak yüz hatları narin kişiliğe işaret ediyor. İyi ebeveyn olurlar. Muhafazakar, sakin kişiliklerdir. Arkadaşları boldur. İletişim kurmayı severler. Kilo almaya müsaittirler. Yemek yemeyi severler. Romantizm ve seks önemlidir.
Dikdörtgen: Toprak grubunda sık görülür. Yaşamlarını adamayı, çok çalışmayı severler. Pratiktirler. Her durumda ne yapılacağını iyi bilirler. Diyet takıntıları olabilir. Dış görünümlerine önem verirler. İskelet problemleri yaşayabilirler. Ani öfke patlamaları, huzursuzluk görülebilir.
Kare: Sağlıklı ve enerjiktirler. Ateş grubunun tutkusu hissedilir. Yemeyi severler ama kaloriyi çok hızla tüketirler. Deri problemleri olabilir. Keskin bir zekaya sahiptirler. Uyanık kişilikleri bazen zor durumlar yaratabilir. Araştırmayı, keşfetmeyi severler. Meraklıdırlar ve seyahate bayılırlar.
Üçgen: Hava grubunun kuşkuculuğu sorun yaratsa da bazen de hayat kurtarabilir. Yanlış anlamaya müsaittirler. Çok çalışkan ve disiplinli olabilirler. İnanmak kaydıyla… Değişkendirler. Kararsızdırlar ama çok karizmatiktirler. Etkileyici görünümleri pek çok kapıyı kolayca açabilirler.
Saç şekli:
Karşınızdaki kişinin saçları zayıf telli, düz ve parlak ise narin bir kişiliği olduğunu gösterir. İnce düşünceli, kibar insanlardır. Alıngan olabilirler.
Kalın kıvırcık saçlar güçlü kişiliği gösterir. Tuttuğunu koparan, hırslı azimli insanlardır. Kolay sinirlenebilirler.
Alın Bölgesi:
Geniş alın: Aklın simgesidir. Zeki insanlardır. Kurnaz olabilirler.Yuvarlak alın: İdealist, arkadaş canlısıdır.Dar alın: Konuşmadan önce düşünmeyi seven, ağırbaşlı, sorumluluk sahibi insanlardır. Surat asabilirler.Düz alın: Pratik ve politiklerdir. Her duruma ayak uydurabilirler.Çok belirgin alın: Hayal gücünün çok yoğun olduğunu gösterir.Sivri alın: Yüksek zekalı, dahilerdir.
Gözler:
Küçük kısık gözler: Gizemli, sır tutmasını bilen, ulaşılması zor insanlardır. İletişim kurmak için uzun süre çabalamak gerekebilir.Kedi gözlüler: Yukarı çekik gözler fırsatçı, büyülü gözlerdir. Etkileyicidirler ve dayanıklı değilseniz kolayca yenilebilirsiniz. Özellikle gözlerini kaçırmadan bakıyorsa yandınız demektir. Büyük gözbebekleri: Beyazı az olan iri gözler kendi dünyalarında yaşarlar. Kendileri hakkında konuşmazlar ve hiç tahmin edemeyeceğiniz sırları olabilir. Başarılıdırlar. Yüksek idealleri vardır.Küçük gözbebekleri: Sinirlidirler, yerlerinde durmazlar. Ani çıkışlar yapabilirler. Kolayca içe dönebilirler. Cesarete ihtiyaçları olabilir. Büyük gözler: Yüzde büyük gözler töleranslı, geniş fikirli insanların gözleridir. Otoriteye fazla gelemezler. Özgürlüklerine düşkündürler.Göz çukuru derin olan gözler: Ciddi, idealist ve motive edicidirler. Felsefi konulara ilgi duyabilirler, sanata eğilimlidirler.Sürekli gözlerini oynatanlar: Maskeli, belirsizdirler. Sürekli etrafa bakarlar. Güvenilmez olabilirler.
Göz insanın en açık bölgesidir. Tüm duyguları, sıkılganlığı, sevgiyi, nefreti gözlerde görebilirsiniz. Bazı gözler soğuk bakar, bazısının gözlerinin içi güler. Nasıl bir göze bakıyor olursanız olun birinci kural siz asla gözlerinizi kaçırmayın, hem güven verirsiniz hem de korkmadığınızı gösterirsiniz. Konuşurken de karşınızdaki insanın gözlerinin içine sabit bakın. Kısacası bırakın gözleriniz konuşsun.
Göz rengi: Açık mavi gözler flörtçü olabilir, koyu maviler ise hassas kişilerdir. Yeşil gözler enerjik, neşeli kişiliklerdir. Spontan davranabilirler. Çikolata kahvesi gözler tutkuludur, sosyal olurlar. Gri gözler çok zeki ve entelektüel kişilerdir. Çok nadir olan siyah gözler ise çok derin kişilikleri olan güçlü insanlardır. Duygularını gizlerler ve acımasız olabilirler.
Burun:
Kalkık sivri burun: Meraklı aynı zamanda zekidir.Büyük burun: Yüksek enerji seviyesi olan materyalistik kişiliğin simgesidir. Küçük burun: Utangaçtırlar.İnce burun: Değişkendirler, önemsiz ayrıntılara takılabilirler.Geniş kanatlı burun: Kendini ifade etmesini iyi bilir, çabuk öfkelenir.Kısa Burun: Mutlu ve natüreldir.Uzun Burun: Gururlu, sinirlidirler.Kısa, kalkık burun: Arkadaş canlısı ama gizemlidirler. Titiz olabilirler.Düz burun: Doğrucu ama metodoloji takıntısı olan kişiliklerdir.
Dudak Kıvrımı:
Dudak kıvrımı ne kadar belirginse o kadar enerjik bir kişilik söz konusudur. Gülmeyi seven insanların dudak kenarlarında ince çizgiler vardır.
Ağız:
Küçük ağız: Bencil, hüzünlü.Aşağı doğru eğimli: HoşnutsuzBüyük dudaklar: Hazcı, hedonist.Yukarı kıvrımlı dudaklar: NeşeliKavisli dudaklar: Değişken.Düz dudaklar: Kontrol mekanizması güçlü.Dar dudaklar: Duygularını zor belli eden.
Çene:
Sivri çene inatçılığı, köşeli çene gücü, çok belirgin çene dominant kişiliği, küçük çene zayıflığı temsil eder.
Kulak:
Başa yapışık gibi duran basık kulaklar: Tutumlu, planlı. İşi şansa bırakmayı sevmez.Kepçe kulaklar: Yalnız, orijinal.Küçük memeli kulaklar: Bağımlı, muhafazakar.Büyük memeli kulaklar: Bağımsız, parlak fikirli.Büyük kulaklar: Entelektüel.Uzun kulaklar: Gözüpek, atılgan.Küçük kulaklar: İçgüdüsü kuvvetli.Memesi olmayan kulaklar: Tepkisiz, mesafeli.
Yanak:
Yanak kişilikten çok insanın sağlık durumunu haber eder. Bazı belirgin özellikler hastalıkların habercisi olabilir.
Yuvarlak kırmızı yanaklar: Akciğer, bronşit dengesizliği.Parlak ve kırmızı: Kalp problemleri.Kırmızı ve pütürlü: Bağırsak sorunları.
Ayrıca eski Çin kültüründe yanakların üç rengi önemli ipuçları veriyor.
Mavimsi, yeşilimsi renksiz yanaklar sevgisiz bir yaşamı,Koyu yanaklar yaşam zorluklarını ve tatminsizliği,Pençe pençe kızarmış yanaklar yalanı veya utanmayı haberdar ediyor.

Bige Dalkılıç

Güzel olmak ister misiniz?

Kim ne derse desin dış görünüş önemlidir. Hem de o kadar önemlidir ki pek çok neden-sonuç ilişkisi buna bağlıdır. İnsanoğlu güzelliğe karşı hep bir zaaf içerisinde olmuştur. Ağız, burun senkronizasyonu bir yana bakımlı olmak, temiz görünmek hayatımızın tüm rollerinde var olmaya çalışırken bizim için her zaman bir kriterdir ve de öyle olacaktır. Her şeyden önce özgüven ile ilgili problemler yaşamamak adına “Ben güzelim” diyebilmek çok önemlidir. Özgüveni eksik olan insanlar kompleks problemleri ile karşı karşıya gelirler. Bu da kıskançlık, saldırganlık, depresyon gibi sorunlara yol açabilir ve istemediğimiz durumlar ile yüz yüze kalabiliriz. Tabii tam tersi durumlarda var. Kendine aşırı güvenmek gibi. Bu da ayrı bir tartışma konusu olacaktır. Şimdi biz özgüvenimiz için Yeni çağ’ın getirdiği ufak bakımlar ile kendimizi en iyi yapmayı nasıl başarırız, onu tartışalım.
Her insan güzel olmak ister. Kendimize aynada baktığımız zaman tatmin olduğumuz bir görüntüye sahip olmak bize kendimizi iyi hissettirir ve bu his bütün günü nasıl geçireceğimizi belirler. Kendimize uygun doğal terapiler uygulamak için illa pahalı Spa merkezlerine veya beş yıldızlı otellere gidip avuç avuç para harcamak zorunda değilsiniz. İnsanın önce kendi kendini rahatlatmasını bilmesi gerekir. Bunu da çok kolaylıkla başarabiliriz.
Yıkanmak: Düzenli duş almak hijyenik olarak çok önemli olsa da bunun yanında pek çok faydaları da var. Su doğal bir terapidir. Vücuda su basınca ile sağladığımız baskı her sabah masaj yaptırmış gibi bir etki yaratır. Kısaca su doğal bir masördür, kan dolaşımınızı düzenler ve sözün kısası “Zımba” gibi hissetmemizi sağlar. Eğer küvet doldurabiliyorsanız kendinize aquaterapi uygulayabilir, rahatlayabilirsiniz. Banyonuzu çok sıcak olmayan su ile doldurun, ve seçtiğiniz yağlardan herhangi birini 10 damla kadar damlatın. Özellikle sabahları portakal, yasemin veya erkekler için ylang ylang etkili olacaktır. Yumuşak ve taze kokuları sabahları, etkileyici ve güçlü kokuları akşamları tercih edin.
Kepekli, kuru saçlar için Hindistan cevizi yağı kullanabilirsiniz.
Beslenme: Beden sağlığınız için sadece sağlıklı beslenme yeterli olmaz. Yediğiniz besinlerin kalitesi de çok önemlidir. Organik beslenmeyi tercih etmelisiniz. Evet organik beslenme daha pahalı ama en azından yerel pazar alışverişleri tercih ederek, riski azaltabilirsiniz. Organik ürünleri anlamanın yolu ise sebzelerin görüntüsüdür. Birbirinin aynı fabrikasyon gibi gözüken büyük sebze, meyveyi tercih etmeyin. Kurt delikleri, küçüklü büyüklü görünüm yediklerinizin doğal görünümüdür. Hormonlu besinler hızlı yaşlanmaya sebep olur, yeterli derecede vitamin ve mineral içermedikleri için de bedeninizin gerekli bakımını sağlamazlar. Ve son olarak sebzeyi, meyveyi mevsiminde yiyin. Kış ortasındaki çilek sadece görüntü sağlar.
Cilt bakımı: Organik cilt bakımları için tercih edebileceğiniz pek çok profesyonel markanın yanı sıra evde yapılacak çok basit ama etkili çözümler de mevcuttur. Bir bardak yoğurda karıştıracağınız bir yumurta sarısı ve salatalık suyu ile hazırlayacağınız basit bir maske, gül suyu gibi çok ucuz ama etkili bir cilt toniği, cildinizin yağ oranına göre tercih edeceğiniz meyve suları ve bir iki damla zeytinyağı karışımları ile kendinize bakabilir, ton ton para harcamazsınız.Bu konuda dikkat etmeniz gereken cildinizi çok iyi tanımanızdır. Yağlı ciltler su bazlı karışımlar tercih etmeliler aksine kuru ve karma ciltler az ve orta oranda zeytinyağı kullanabilirler. Organik cilt bakımının en önemli özelliği kimyasal içerikler kullanılmamasıdır. Çabuk küf tutan her şey sağlıklıdır.
En etkili çözüm en basit çözümlerdir. Özellikle kadınların en büyük hatası modayı takip etmek adına kendine yakışmayan tarzları tercih etmektir. Saçı pırıl pırıl, bakımlı, hafif makyajlı bir kadın beyaz bir tişört ve bacak boyuna uygun bir pantolonla çok güzel olabilir. Bu durumda kendimize objektif bakabilmemiz gerekiyor. En ünlü mankenler, en yakışıklı erkekler dahil herkesin bir zayıf noktası vardır. En beğendiğiniz bölgeniz gerçekte en güzel bölgenizdir. O bölgeyi ortaya çıkarmak için ne gerekiyorsa yapın. Güzel görünmek önemlidir. Hem kendiniz için , hem başkaları için. İşte en etkili 20 ipucu:
- Her zaman dik durun, dik yürüyün.- Yüzünüzde hep hafif bir gülümseme olsun. Surat asmayın. Surat asarak konuşmayın. - Güzel kokun. - Yemeklere saldırmayın. Sık ve az yiyin. Yemek yemeyi psikolojik durumlarınız için kullanmayın.- Sabahları kendinize vakit ayırın ve bunun için bir özür yaratmayın. Ne kadar meşgul olursanız olun yarım saat için her zaman vakit vardır.- Kendinizi geliştirin. Planlarınızı ertelemeyin. Üreten insan ışıldar.- Kıyafet seçiminizde objektif olun. Başkasına değil kendinize yakışanı giyin.- Abartmayın. Abartmak rüküşlüğe yol açabilir. Sade olan en güzeldir.- Renk seçimlerinizde en azından günlük hayatta pastel veya tarafsız renkler tercih edin.- Değişime açık olun. Bir gün kıvırcık, bir gün düz saçlı olmak şenliktir. Cesur olun. Ama çok da cesur değil, mor saçlar gibi.- Çizgili, kareli, renkli kıyafetler seçerken sizi gerçekten seven, objektif birinden fikir alabilirsiniz. - Takı seçiminizde çok dikkatli olun. Şangır şungur seçimler komik olabilir. - Ortamına göre giyinin. Emin değilseniz yarı spor, yarı abiye seçimler kurtarabilir.- Dedikodu yapmayın. Dedikodu yaparken çekilen insanların resimlerini görseniz bir daha asla yapmazsınız zaten.- Müzik dinleyin, dans edin.- Utanmayın, sosyal olun.- İnsanları yanlış anlamayın, iyi dinleyin.- İşyerleri insan enerjisini en çok yok eden, en kavgalı, en huzursuz yerlerdir. Bu ortamlardan kaçamıyorsanız kendinize geçici olduğunu ikna edin ve objektif durun. - İş problemlerinizi evinize, ev problemlerinizi işinize getirmeyin. Aksi takdirde ikisinde de başarısız olabilirsiniz.- Çizgi film, lunapark, patlamış mısır gibi çocukluktan kalma değerlerinizi yitirmeyin. Onlar sizin kaçış noktalarınızıdır.
Bige Dalkılıç
bigedalkilic@gmail.com

Leonardo’nun 7 Altın Öğüdü:

Ve sonuç:Leonardo’nun 7 Altın Öğüdü:
1. Amaçlarınızın ve eylemlerinizin tüm sorumluluğunu alma cesaretini gösterin.2. İç algı gözünüzü açın,varolduğunuz her anın tadını çıkarın.3. Kendinizden hoşnut olmanın ışığı, kişiliğinizin en karanlık köşelerini aydınlatsın.4. Mona Lisa gibi sizin yüzünüzde de, dişil ve eril bileşimin gülümsemesi olsun.5. Bedeniniz, duygularınız, aklınız ve ruhunuz bütünleşsin ki, içinizdeki sınırsız enerjiyi hissedin, yaşam dolu ve sağlıklı olun.6. Yaşamınız güzellik, sevinç, iyilik ve sevgiyle olsun.7. Leonardo gibi bütünlüğe ve gerçeğe ulaşmak için araştırın ve araştırmaktan bıkmayın.

7. SEVGİYİ YAŞA - CONNESİONE

7. SEVGİYİ YAŞA - CONNESİONEHerşeyin ve bütün fenomenlerin birbirleriyle bağlı olduğunu anlamak ve takdir etmek; sistemler düşüncesi. Leonardo, “herşeyin bir başka şeye bağlı olduğunu” biliyordu. Yaratılan herşeyin birbiriyle ilişkili ve evrenin tanrısal sevginin bir dışavurumu olduğu anlayışına işaret ediyordu.
Sufiler diyor ki; Akıllı akılsız herkes, yana yakıla sevgililerini arayan insanlar gibi, camilerde, kiliselerde, tapınaklarda O’nu arıyorlar. Tek Tanrı Sevgi Tanrısı olduğu için ve insanları buralara sevgi çağırdığı için her yer O’nun evidir.
Sevgiyi yaşamanın yolları;* Kendimi kendi egomdan daha öte birşeye bağlı hissediyorum.* Bu bağlılığı her gün bilinçli olarak besliyorum.* Anneme, babama ve akrabalarıma bilinçli olarak şefkat doluyum.* İş arkadaşlarıma da bilinçli olarak şefkat doluyum.* Rasgele karşılaştığım insanlara karşı iyi niyetliyim.* Vermenin ve almanın her günü yaşamak olduğuna inanıyorum.* Beni sevmeyenlerin nedenlerini anlamalı ve onları etkilemeliyim.
İyiliğin ve hayır yapmanın yedi aşaması:1. Ahmet yardımseverdir ama isteksizdir.2. Ahmet ancak kendisinden yardım istenince yardım eder.3. Ahmet’ten yardım istenir ve Ahmet yardıma muhtaç Mehmet’e doğrudan yardım eder. Ama Ahmet bundan keyif alır fakat Mehmet utanır.4. Ahmet ve Mehmet birbirlerini bilirler ama yardım istenmeden yapılır.5. Ahmet, Mehmet’i tanımaz ama Mehmet Ahmet’in kim olduğunu bilir ve kendini ona karşı borçlu hisseder.6. Ahmet kime yardım edeceğini bilir ama Mehmet Ahmet’i tanımaz, bu durumda Ahmet hayır yapmaktan hoşlanır ve Mehmet üzerinde hakkı olduğunu düşünür.7. Amhet ve Mehmet birbirlerini tanımazlar yani yardım sadece hayır yapmış olmak için yapılır. Ahmet kime yardım ettiğini bilmez ve kendini önemsemez, Mehmet ise kendini kimseye borçlu hissetmez.

6. BÜTÜNLEŞMEYİ BESLE - CORPORALİTA

6. BÜTÜNLEŞMEYİ BESLE - CORPORALİTAHer iki elin aynı beceride kullanılması, zerafet, bedenen formda olma ve güzellik sayesinde aklın ve bedenin bütünleşmesi. Leonardo’nun göze çarpan fiziksel özellikleri ve anatomi, şifa ve sağlık konularındaki dikkate değer bilgisi, onun bedeninin, enerjisinin ve ruhunun bütünleşmiş olmasının bir ifadesidir.
Mikrokozmos nasılsa makrokozmos da öyledir. Atom nasılsa evren de öyledir. İnsan vücudu nasılsa kozmik vücut da öyledir. İnsan aklı nasılsa kozmik akıl da öyledir. Makro düzeyde evreni yöneten güçler mikro düzeyde bireyi yönetir. Hayat tektir ama onun bütün biçimleri son derece karmaşık ve bölünmez bir bütünle ilgilidir. Allta yatan birlik, mikro evren ile makro evren arasında bir köprü oluşturur.
Bütünleşmeyi beslemenin yolu;* Bedenim mekanik bir nesnedir.* Bedenim bir enerji sistemidir.* Sağlığımdan ve mutluluğumdan sorumluyum. * Davranışlarımın, sağlığımı etkilediğinin farkındayım.* Bedenimdeki enerji akışını hissediyorum.* Bedenimdeki enerji akışıyla, dünyadaki enerji akışı arasında uyum sağlıyorum.* Bedenimi bir ibadethane olarak görüyor ve öyle yaşıyorum.* Cinsellik kutsal bir niteliktir.
Altı önemli enerjiyi çekin ve kullanın. İşte yöntemler;* Toprak enerjisi, bir tarlada veya bahçede ayaklarınızı sıkıca yer basın, kollarınızı avuçlarınız yere dönük olarak uzatın, sırtınız dik olarak yavaşça yere çömelin sonra yükselin, toprak enerjisinin size aktığını hissedin, bunu sekiz kez tekrar edin.* Güneş enerjisi, sabah güneşinde ellerinizi göğsünüzde kavuşturun, sonra öne uzatın ve avuçlarınızı güneşe açın, tekrar göğsünezde kavuşturun, altın güneş enerjisinin size aktığını hissedin, sekiz kez tekrar edin.* Okyanus enerjisi, deniz kenarında yine elleriniz göğsünüzde kavuşuk olsun, sonra kollarınızı ve ve bacaklarınızı iki yana açın, açıp kapatırken derin nefes alıp verin, denizin güçlü enerjisinin size yıkadığını hissedin, bunu sekiz kez tekrar edin.* Gök enerjisi, güzel ve yıldızlı bir gecede bahçe veya balkonda kollarınızı dik olarak yukarı kaldırın ve nefes alın, sonra bir daire çizerek yere indirin, yere paralel olarak tutarken nefes verin, göğün, yıldızların ve ayın enerjisinin size aktığını hissedin, bunu on kez tekrar edin.* Evrenin enerjisi, yine gök enerjisi ortamında kollarınızı yukarı kaldırırken nefes alın, sonra yere indirip yere paralel tutup nefes verin, toprağın, güneşin, okyanusun ve göğün enerjisinin sizin merkezinize aktığını hissedin, bunu sekiz kez tekrar edin. bunu beş kez tekrar edin.* Ve çok gülün, karnınızdan kahkaha atarak gülün. Evde kendi kendinize çalışın, karın kaslarınızla kahkahanızı bütünleştirin.

5. DENGE KUR - ARTE/SCİENZA

5. DENGE KUR - ARTE/SCİENZADüşünürken sol ve sağ beynin etkinliği arasında, denge kurmak, beynin bütünlüğü ile düşünmekte zirveye ulaşmak. Leonardo’nun kişiliği ve eserleri mantık ve imgelem, bilim ve sanat arasında dengeden de öte bir ilişkinin kurulduğunu dışa vurur. Bunlar yaratımda eril ve dişil ilkelerin dengesini simgelerler.
Nasıl denge kurabiliriz?* Ben sabırlı, yeni düşüncelere açık biriyim ve iyi bir dinleyiciyim.* Kendi içimdeki karşıt cinsle ilişki halindeyim.* Cesur ve iddialıyım, nasıl insiyatif alacağımı biliyorum.* Cesurca eyleme geçebilir veya cesurca geçmeyebilirim.* Biliyorum ki, karşıt cinsler arasındaki gerilim değerlidir.* Bir okuma grubu kurun. Fikirleri tartışın ve dinlemesini öğrenin.

4. GÖLGEYE BAĞLAN - SFUMATO

4. GÖLGEYE BAĞLAN - SFUMATOÇok anlamlılığı, çelişkiyi ve belirsizliği kucaklama isteği. Leonardo’nun ışık arayışı onu çok anlamlılığı, çelişkiyi ve belirsizliğikucaklamanın ötesine götürdü. Hem sözcük anlamında, hem de mecazi anlamda karanlığa bağlanmaya ve onu anlamaya sevk etti. Bu çoğu zaman, ruhun izleyeceği yolun kayıp halkasıdır.
C. G. Jung, bilinçaltından, bilincimize çıkaramadığımız şeyin yaşamda karşımıza kader olarak çıkacağını söylüyordu. Leonardo ise; “Nasıl yaşayacağını öğrendiğimi düşünürken, meğer nasıl ölüneceğini öğreniyormuşum” diyordu. Amaç kişiliğin saklı kalan, gölgede kalan tarafını ortaya çıkarmaktır. Örneğin kıskançlık örnek olabilir; kıskançlık kişiyi sahte suçlamalarla yaralar. Erdem doğarken kıskançlığı da doğurur ve kışkırtır. Ne yazık ki, bir gölgenin bedenden ayrılması, erdemin kıskançlıktan ayrılması daha kolaydır.
Gölgenin farkına varmak için:* Sorumluluk almalıyız,* Başkalarını suçlamamalıyız,* Her konuda yavaş yavaş ilerlemeliyiz,* Farkındalığı derinleştirmeyiz,* Kusursuz olduğuna inandığımız ülkülerimizden ayrılabilmeliyiz,* Çelişkilerimizi kabullenmeli ve kalbimizi açmalıyız.
Kendinizi değerlendirmek için deyin ki;* Öfkemin farkındayım.* Açgözlülüğümün farkındayım.* Kıskanç olduğumun ve gıpta ettiğimin farkındayım.* Bazen, sözlerim ve hareketlerim kin ve horgörü dolu, farkındayım.* Bazen, sözlerim ve hareketlerim açgözlülük ve hırs dolu, farkındayım. * Bazen, sözlerim ve hareketlerim korku ve kaygı dolu, farkındayım.* Dünyadaki kötülüklerin, acının ve kederin farkındayım.* Eleştirilerimin, yargılarımın ve öfkemin zayıflıklarım olduğunun farkındayım.

3. FARKINDALIĞI KESKİNLEŞTİR - SENSAZİONE

3. FARKINDALIĞI KESKİNLEŞTİR - SENSAZİONEDeneyimin vanlandırılması için bir araç olarak, duyuların, özellikle de görme duyusunun sürekli inceltilmesi. Leonardo beş duyunun ruhun arçları olduğundan söz ediyordu. Farkındalığını bilerek yaratının derinliklerine nüfuz etti.Biliyor musunuz? Tanrıyı gördüğümüz göz, kendimizi de gören aynı gözdür. Bizim gözlerimiz ve Tanrının gözü tek bir gözdür, tek bir görüntüdür, tek bir bilgidir ve tek bir sevgidir. Bu anı nasıl yaşayabilirim, diye sorarsınız, cevap acımasız ve kesindir; Yaşadınız bile, sadece farkında olmadınız...
Her soluğumuz, şimdiki zamanda gerçekleşir. İngilizce “ruh” yani “spirit” sözcüğü Latince “soluk almak” anlamına gelen “spirare” sözcüğünden gelir.
Geçmiş için kaygılanmak ya da aklınızı gelecekle ilgili beklentilerle doldurmak yerine dikkatinizi şimdiki ana verin. Farkında olmalısınız...Birçok öğretide, dünya zevklerini azaltmak, sessizlik, sadelik veya sofuluk ilahi farkındalığın yolu olarak gösterilir, bunlar bazı zamanlarda yararlı olabilirler ama amaç haline getirildiklerinde kişi kendisini geri dönemeyeceği ruhsal bir çıkmaz sokakta bulacaktır. Irmaklarda, dokunduğunuz su akıp geçen suyun sonu ve akıp gelecek suyun başıdır, zaman için de aynı şey geçerlidir.
Mahatma Gandi’nin hocası Tagore, şöyle diyordu; “Kurtuluş vazgeçmekte değildir, özgürlük beni binlerce lezzet bağıyla kucaklar. Bu çömleği benim için ağzına kadar renk renk hoş kokulu içeceklerle dolduruyorsun. Benim dünyam, onun yüz farklı lambasını senin ateşinle yakacak ve onları senin tapınağına sunacak. Hayır, duyularımın kapılarını hiç kapatmayacağım. Görmenin, duymanın ve dokunmanın tadı senin tadın demek. Evet, benim aydınlanışım ve arzularım sevgi meyveleri verecek.”
* Zamanımın ne kadarını geleceği düşünmeye ve endişelenmeye ayırıyorum.* Zamanımın ne kadarını geçmişi düşünmeye ve geçmişe endişelenmeye ayırıyorum.* Zamanımın ne kadarını şimdiyi düşünmeye ve şu ana endişelenmeye ayırıyorum.* Yaşlandıkça duyularınız keskinleşiyor ve farkındalığım artıyor.* İçinde bulunduğum çevrenin yaşamımı etkilediğinin farkındayım.* İçinde bulunduğum dünyaya hergün yeni ve açık bir zihinle bakmaya çalışıyorum.* Soluğumun devamının ve kalbimin atışının farkındayım.
Leonardo şöyle diyordu; “ Vücudun içinde oturan ruh, kişinin bu vücudun günlük evini nasıl kullandığını gözler. Eğer bu evde, dirlik ve düzen yoksa ruh da vücudu dirlik ve düzenden yoksun bırakır.”
Kendinizi ruhsal olarak yeterince besleyin;Unutmayın ve dikkat edin ki bizler, ruhsal yönden uyuşturucu bir dünyada yaşıyoruz; reklamlar, cep telefonları, internet, trafik, yapay yiyecekler, inşaat gürültüleri, kirli hava ve su ve çok zararlı tv programları gibi ruhsal ve aura bozucu bir ortamda saldırı altındayız. Buna karşın kendinize özgün bir ev, oda veya ortam yaratarak ruhunuzu beseleyip dinlendirebilirsiniz.
* Muhakkak gününüzde müzik olsun. Ama dikkatli olun, yoz müzik sizi daha sinirli, moralsiz, umutsuz ve kötümser yapacaktır. Müzik uyum, ritm ve sestir, aydınlanmak, iç huzura ulaşmak için kullanılmalıdır. Arabanızda dinleyeceğiniz sakinleştirici ve uygun müzik sinirlenmenizi engelleyecek belki de yaşamınızı kurtaracaktır.* Evinizde bir sunağınız olsun, küçük bir mihrap gibi, inancınız doğrultusunda yaratıcı ile ilişkide bulunacağınız özel bir yeriniz olsun. * Evinizde güzel kokular kullanın. Tütsüler, çiçekler gibi...* Feng Shui’yi öğrenin ve evinizde uygulayın. Ying ve Yang dengesini uygulayın.* Enerji dokunuşlarında bulunun. Bir çiçeğin yapraklarına dokunun ve hissedin, saklı enerjiyi ve düzeni algılayın

2. SORUMLULUK AL - DİMOSTRAZİONE

2. SORUMLULUK AL - DİMOSTRAZİONE
Bilgiyi deneyimle sınama kararlılığı ve hatalardan ders çıkarma istekliliği. Leonardo dogma ve batıl inancı reddederek sorumluluk üstlendi ve kendi araştırmalarını yaptı. Ruhsal bir yolculukta olmak, kendi düşüncelerimizi ve eylemlerimizi geliştirebilmemiz ve sonuçta yaratıcı olabilmemiz için sorumluluk almamızı gerektirir.* Devam edeceğim...* İşe yarar bir insan olmak beni hiç yormuyor...* Engeller beni durduramaz...* Titizlik bütün engelleri aşar...* Rotanı bir yıldıza göre çizersen fırtınadan kurtulabilirsin...Emek bize tüm iyilikleri getirir ama farkında olmamız gereklidir. Emek dış dünyada harcadığımız görünür çabanın çok ötesindedir, içimizdemi çalışmanın ve ahlaki farkındalığımızın yansımasıdır. Leonardo bize, adaletli olmak ve iktidar gücü, olayların içyüzünü kavramayı ve iradeyi gerektirir, diyordu. Eğer sorumluluğunuzun farkında olmaz ve kötülüğü cezalandırmazsanız, kötülüğe izin vermiş ve önermiş olursunuz. Unutmayın düzgün yürüyen, az düşer.Ruhsal sorumluluk değerlendirmesi:* Batıl veya dinsel inançların ve de törelerin yerine getirilmesi birbirlerinden farklı şeylerdir, bu deneyim benim için gereklidir.* Ruhsal anlayışımı, deneyimlerimle sınıyorum.* Düşüncelerimin sorumluluğunu alıyorum.* Duygularımın sorumluluğunu alıyorum.* Bedenimin sorumluluğunu alıyorum.* Niyetlerimin sorumluluğunu alıyorum.* Yaşadığım tüm sonuçların sorumluluğunu alıyorum.* Küçükten bana verilen tüm dinsel öğretileri kabul ediyorum.* Küçükten bana verilen tüm dinsel öğretileri kabul etmiyorum.* Küçükten bana verilen tüm dinsel öğretilerle, kendi deneyimlerim arasında bir uzlaşma sağlamaya çalışıyorum.
Frankl Ölçeği:Bir insanın elinden herşeyi alınabilir. Ama tek birşey hariç; insanın sahip olabileceği özgürlüklerin sonuncusu, hangi koşullar altında olursa olsun bir kişinin tutumunu seçme özelliğidir. Frankl Ölçeği, bizim nereye kadar bilinçli, sorumluluk sahibi varlıklar olduğumuzu ölçmek içindir.
0 100 Frankl, Leonardo, Gandi100 noktasındaki insanlar, düşüncelerinin, niyetlerinin, eylemlerinin ve bunların başkaları üzerinde yaptığı etkilerin sorumluluğunu eksiksiz alırlar. Soldaki uçta yani 0 noktasında bulunanlar ise, başlarına gelen herşeyi başkalarından bilirler, ağlayıp sızlarlar ve suçlarlar. Yerimizi nasıl anlayacağız? İşte size birkaç örnek sözcük;* Karım veya kocam beni hiç anlamıyor...* İşyerimde kimse beni önemsemiyor, dinlemiyor...* Keşke şöyle ya da böyle olsaydı...* Ben bunu beceremiyorum...* Bu konuda yapabileceğim birşey yok...* Bunu yapmama izin vermezler...* O beni hep kızdırıyor...Eğer bunlar ve bunlar gibi şeyler söylüyonsanız, sızlanıyor, suçluyor, hep dert yanıyorsanız, hemen tutumunuzu değiştirmeye kalkmayın. Yüzeysel olumlu düşünceler oluşturmak yerine kendiniz gözleyin. Bundan sonra daha bilinçli sızlanacaksınız, evet bu komik olabilir ama artık sızlanmalarınıza gülebilir ve daha yapıcı olabilirsiniz. Şimdi 100 noktasındaki yaklaşımlara bakalım;* Bu kişiye veya olaya vereceğim tepkiyi ben yapıyorum ya da seçiyorum.* Bana nasıl muamele edeceklerini herkese ben öğretiyorum.* Sadece onların bakış açısını değiştirerek, başkalarını değiştirebilirim.* Daha iyi sonuçlar için, yaklaşımımı nasıl değiştirebilirim?* O kişinin veya olayın beni nefret ettiren yöne bana nasıl yansıyor?Sonra yaşadığınız bir olayı seçin ve ölçekte yerini bulun. Bu bir zorluk veya sorun olabilir, verdiğiniz tepkiyi tanıyıp defterinize yazın. Tarafsız olun ve bir ile yüz arasında bir yeri işaretleyin. Örneğin sevdiğiniz insanı terk ettiniz ve bu olayı o zaman anlatırken, kendinizi kadere boyun eğmiş, terk edilmiş olarak gösterdiniz. Şimdi olaya yine bir bakın; acaba sizi terkedecek olan birisiyle beraber olmayı siz mi seçtiniz? Ya da bu kişinin sizi terk etmesinin size ne faydası dokundu? Yani düşünmeli ve sorumluluğu almalısınız. Özetle, herşeye farklı açılardan bakmayı öğrenmelisiniz...Başınıza kötü bir olay geldiğinde, duruma üç farklı açıdan bakın, üç varsayım acaba neler olabilir? Ve bu varsayımdan ne tür yeni bilgiler elde edebilirsiniz? Acaba bu olay karşısında düşünce ve duygularınız nasıl etkilendiler? Bunları da yazın...
Üç Sandalye Metodu:* Üç sandalye bulun, ikisini karşı karşıya koyun, üçüncüyü daha uzağa ikisine bakar bir yere koyun. Birinciye oturun, karşınızdaki sandalyede başka ya da olay kişinin oturduğunu düşünün. Onu hayal edin ve düşünün, ne hissediyorsunuz? Ona neler derdiniz? Sonuçları yine kaydedin. * Şimdi karşınızdaki sandalyeye oturun ve o kişi olduğunuzu hayal edin. Onun gözüyle kendinize bakın hatta onu taklit edin ve olayı onun bakış açısından görerek notlarınızı yazın. Yazmayı bitirince, bu karşıt bakış açısının sizi şaşırtan fikirler yaratıp yaratmadığına kafa yorun. * Sonra üçüncü sandalyeye oturun, bu olayla ilisi olmayan birisi olduğunuzu düşünün, bu kişi gerçek veya hayali birisi olabilir. İsterseniz Leonardo da Vinci olun ve öteki iki sandalyede oturanların çekişmesini seyredin ve anlamaya çalışın, istekleri nedir, neleri gözden kaçırıyorlar? Siz bir bilge olarak nasıl görüyorsunuz, neyi unutuyorlar? Kesin objektif olun ve notlarınızı alın...* Ama eğer isterseniz bir de göksel varlık yani ilahi bir yardım düşünün, örneğin bir melek olabilir, o zaman da onun isez neler söyleyebileceğini düşünün ve yazın. Yaşamınızı bir filme benzetiyor musunuz? Hiç sizi kendinizin yerine bir yönetmenin yönettiğini düşündünüz mü? * Şimdi oturun, gözlerinizi kapayın, birkaç dakika derin nefes alıp verin ve çocukluğunuzdan başlayarak yaşadığınız önemli olayları zihninizde canlandırın.* Acıları, sevinçleri, başarıları ve hataları, ilişkileri, ailenizi, arkadaşlarınızı herşeyi bir film şeridi gibi düşünün. Ama sadece seyredin, yorum yapmayın yani düşünmeyin.* Yorulduğunuzda ya da şu ana geldiğinizde filmi dondurun ve dikkatinizi yine soluk alıp vermeye verin. Sonra bunu seyrettiğiniz bir film olarak düşünün, bir başkasının yaptığı film olarak. Sinemadan çıktığınızda ne düşünürsünüz? Film için düşünmez misiniz?* Bu film, abartılı bir drama mı, komedi mi, polisiye mi, aksiyon veya macera mı, aşk ya da sanat yoksa bir korku filmi mi? Nasıl bir film sizin filminiz? * Ve şimdi kendinizi Scorsese, Spielberg ya da Fellini gibi ünlü bir yönetmen olarak düşünün ve filmi onlar gibi sizin çektiğinizi ama baştan çektiğinizi düşünün. * Filmi çekin ve oturup seyredin, bakalım yaşam filminiz nasıl olmuş?

Leonardo´nun yedi yaşam sırrı

Haftanın günleri – müziğin notaları – dünyanın yaratıldığı günler – Hz. Süleyman’ın bilgelik sütunları – Kabbala’daki Yaşam Ağacı’nın dalları – Buda’nın arayış yılları – Sufilikte ruhsal evrim basamakları – Hinduizm’de çakraların sayısı – Kıyamette çalacak borazanlar...
1. GERÇEĞİ ARA - CURİOSİTA 2. SORUMLULUK AL - DİMOSTRAZİONE 3. FARKINDALIĞI KESKİNLEŞTİR - SENSAZİONE 4. GÖLGEYE BAĞLAN - SFUMATO 5. DENGE KUR - ARTE/SCİENZA 6. BÜTÜNLEŞMEYİ BESLE - CORPORALİTA 7. SEVGİYİ YAŞA - CONNESİONE

1. GERÇEĞİ ARA - CURİOSİTAYaşama doymak bilmez bir merak duyan yaklaşım ve dur durak bilmez bir öğrenme isteği. Gerçeği aramak, yaşam boyu süren öğrenme ve yaratıcılığın pınarıdır. Bu yüzden, Leonardo’nun şimdiye kadar yaşamış en meraklı insan olması mümkündür. Gerçeği arayış ayrıca, Tanrısal Olan ile ilişki kurma arzumuzun ifadesidir.“Eğer Tanrını yani efendini arıyorsan, onu sadece bütün kalbin ve ruhunla ararsan bulursun.” Hepimiz tanrısal ışıkla doğduk. Ama okulun ve toplumun her yeni doğan bebeğini törpüleyip sıradan bir insan ahaline getiren etkilerle mücadele etmemizi sağlayacak sırları bilmiyoruz. Mevlana bu özgürlüğü nasıl elde edebileceğimizi şöyle anlatıyor; “Zeka Tanrının armağanı olduğu için çeşmesi ruhun derinliklerindedir. Tanrı vergisi bilginin suyu gönülden gelirse hiç azalmaz ve hiç kirlenmez. Ve o bilginin yolu kapalıysa içeri ne zararı dokunur? Kalbin evinden sürekli akar. Edinilmiş zeka sokaktan eve gelen oluklar gibidir, eğer o borular tıkanırsa ev susuz kalır. Çeşmeyi kendi içinde aramalısın.”
Geri dönüp çocukluğunuzu düşünün ve söyleyeceklerimi hangi yaşlarda merak ettiğinizi anımsayın;* Ben nereden geldim?* Neden buradayız?* Ölünce nereye gideriz?* Bir Tanrı var mı?* Hayatımın bir anlamı ve amacı var mı?* Ruh diye birşey var mı?* Ben kimim?
Sevgiyi yaşa ve kendini değerlendir;* Kendimi egomdan daha güçlü birşeyle bağlantılı hissediyorum.* Kendimden daha güçlü olanla ilişkimi hergün besliyorum.* Anneme, babama ve akrabalarıma bilinçli olarak şefkat gösteriyorum.* İş arkadaşlarıma bilinçli olarak şefkat gösteriyorum.* Rasgele ilişkiye girdiğim herkese bilinçli olarak şefkat gösteriyorum.* Sevginin, vermenin ve almanın doyuruculuğunu yaşamın her gününde yaşamak için kendime izin veriyorum,
Bir ruh defteri tutmalısınız... Kim olduğunuzu düşüncelerinize bakarak söyleyebilir misiniz?Kim olduğunuzu duygularınıza bakarak söyleyebilir misiniz?Kim olduğunuzu vücudunuza bakarak söyleyebilir misiniz?Kendinizi düşünce, duygu ve fiçik varlığınızdan başka bir şeyle özdeşleştirebilir misiniz? Nasıl mı?Oturun ve düşünün;* Birşeyi beğenme veya beğenmemeniz deneyiminizi nasıl etkiliyor?* Eğer beğenme veya beğenmeme duygunuzu durdurabilirseniz, bu deneyiminizi nasıl etkiliyor?Bu cevapları lütfen not edin...Gerçeği ararken her yaşadığınız olayda şunları düşünün;* Doğru mu? Doğruyu gerçekten bilmek istiyorsanız, cevap içinizde belirecektir...* Bu doğrudan emin misiniz?* Emin olunca tepkiniz nedir?* Eğer böyle düşünmeseydiniz ne olurdu?Eğer varsa kendinizin, yoksa çevrenizdeki bir çocuğu örnek olun, onunla ilişki kurun, hareketlerini ve davranışlarını gözleyin. Onun ruhsal temizliğini örnek alın, eksileri ve artıları gözlemleyin.

8 Ocak 2008 Salı

Gelen Sonbahar


Bu güne kadar daha yaz ayını bırakmamıştı Antalya, daha yazın sıcaklığını yaşıyoruz derken...
Bu sabah doğan güneşin ışıklarını beklerken, yağmur ve gök gürültüsüyle karşılaşınca Sonbaharın geldiğini yeni fark ettim. Kurumuş toprağa düşünce, yağmur damlaları sabahın serinliğinde harika mis gibi güzel toprak kokusunu yaydı etrafa…Özlemiş olarak içime çektim, bu gün…
Sonbahar artık ben geliyorum diye haber verdi.Ağaçlara bakınca penceremden, renkleri değişerek yaprakların yerlere düştüğünü gördüm. İlkbahar gibi dirilişin coşkusunu yaşatmazdı, Sonbahar, gelişinde tükenişin hüznünü vardır.Doğayı değiştirerek boyayan başka bir el, bizim için başka renge boyamış olduğunu fark ettim her şeyi …

Kuşların cıvıltıları, ağustos böceğinin şarkısı , oradan oraya koşan karıncalar, yok artık...Meyveler ağaçları terk etmiş,hafif esen rüzgarın önüne atmış yapraklarını Hayatımız da, Sonbahar yapraklarını sürükleyen rüzgar gibi Akıp gittiğini oradan oraya sürüklendiğini, hatırladım o anda…

Yahya Kemal Beyatlı’nın Sonbahar şiiri geldi birden bire aklıma,
Fani ömür biter; Bir uzun sonbahar olur.
Yaprak, çiçek ve kuş dağılır,tarumar olur.
Mevsim boyunca kendini hissettirir veda;
Artık bu dağdağayla uğuldar deniz ve dağ.
Yazdan kalan ne varsa olurken haşır neşir.
Günler hazinleşir, geceler uhrevileşir;
Teşrinlerin bu hüznü geçer ta iliklere
Anlar ki yolcu yol görünür serviliklere

İnsanların hayatının da mevsimler, gibi olduğunu düşündüm.İnsanlar kaç sonbahar geçirmiştir, yüreği fırtınalı, ne acılar, ne umutsuzluklar yaşamıştır. Her şeyin bittiği anda yine de gelen ilkbaharı yakalamıştır.İlkbaharı doğuş olarak , Sonbaharda o güzelliğin bitişi…Hüzünlü de olsa , renklerinin ayrı bir güzelliği vardır, yine de…İlkbaharda doğacak güzellikleri saklar toprakta….

Doğa hüzünlü de gözükse resminde, bildiği Sonbahar renkleri kullanacaktır, bellidir, artık…Bize hangi mevsimin geldiğini hatırlatacak...
4/10/2007 Bahar Demir

2 Ocak 2008 Çarşamba

Yeni gelen bir yıla

Yeni gelen bir yıla

Yeni gelen bir yıla, yılın başı demişiz.
Kötü geçen yılları, geride kalsın
Senede bir kere de, olsa umutla
Eğlenmek istemişiz.
Her yeni gelen bir yılı, karşılarken dileğim,
Kar yağsın, ne yaşanmışsa yaşansın
Örtsün geçmişin, hatalarını, hatıralarını
Yeni bir başlangıç, yeni bir gelecek sunsun
İsterim, herkes için,
Yeni bir yıla girerken
Tüm insanlığa ve ülkemize , barış, mutluluk...
Sevgi, savaş acı, felaketlerin,
Geçip giden koca bir yıl gibi
Geride kalması umuduyla...
Herkesin gönlünde istediğinin
Gerçekleştirmesi, kardeşliğin doğduğu,
Sevgilerin birleştiği, belki durgun, belki yorgun, yine de mutlu,
Yine de umutlu, yine de sevgi dolu ..
.Herkese sağlıklı, gönlünün istediği gibi
Eğlenebildiği , yeni gelen bir yılı karşılaması dileğiyle…
Bahar Demir (31-12-2005)

Mutlu yıllar yaşlı dünya

Size söylüyorum yıllar!
Geçseniz ne olur?
Geçmeseniz ne olur?
İçimdeki yılları eskitemedikten sonra...
(31 Aralık 1980 İstanbul)

Sakın unutmayınız!Mutluluk sizsiniz!''Ne gecenin karanlığı, ne de gündüzün aydınlığı sonsuza kadar sürer.

''Yeni bir yılı karşılamak için, eski yılı uğurlamamız gerekiyor.. Tıpkı bugün olduğu gibi.. 2007 Yılını acı tatlı bütün yaşanmışlığınla geride bırakıyor ve yeni bir yılı, ‘’2008’i’’ yeni umutlarla ve hepimizin ayrı telaşı ve heyecanı içinde şu sıralarda karşılamaya hazırlanıyoruz..

Yaşadığımız tüm yıllar, vadesini dolduran ömürlerimizle birlikte bizden ayrılıyor ve mazideki yerine doğru uzaklaşıyor..

Bizler, her nerede olursak olalım, hangi dil, din, ırk, renk ve mezhepten olursak olalım, kışları üşür, yazları sıcaklar ve terleriz.. Doğanla sevinir, ölenle üzülürüz.. Kesilirse bir yerimiz, kanımız aynı akar ve rengide kırmızıdır.. Üzüldüğümüzde aynı ağlar, sevindiğimizde aynı güleriz.. Göz yaşlarımızın rengi de aynıdır.. Bizler ne düşünürsek düşünelim, ne seversek sevelim, ne kadar yaşarsak yaşayalım, önce doğar sonra yaşar ve ölürüz..

Bizler aslında cahiller ordusuyuz.. Her gün birbirimizden yeni bir şeyler öğreniyoruz.. Hiç bir şey bilmemiş de olabiliriz bu her şey değil ki ama aklımız, fikrimiz yerli yerindeyse ve eğer bizler istersek doğru olan her ne varsa, her şeyi yeniden öğrenebiliriz..

Yaşlı aklım ve dünyanın tüm cahilliğiyle diyorum ki (tabii çingeneliyorum) yeter ki merhametsiz olmayalım çünkü;merhamet her şeyin üstündedir..

Düşünsenize ''Merhamet Tanrının ta kendisidir. Hem ''Aynı Tanrı yaratmadı mı bizleri, söyleyin bana, ne farkımız var ki birbirimizden?İşte sırf bu yüzden, ben bu yıl, yüreklerimizin merhametle dolmasını diliyorum..

Bilelim ki! Gerçek mutluluk, hiç bir zaman, hiç bir kötülüğün arkasına saklanmaz!

Mutlu yıllar ''insanlık''
Mutlu yıllar ''yaşlı dünyam''

''Melekler yüreğinizden öpsün.'' Sabiha Rana